İman-Küfür Ayrımı ve Sonuçları

Ebubekir Sifil2007, Gazete Yazıları, Mart 2007

Kur’an’ın üzerinde en fazla hassasiyet gösterdiği meselelerin başında iman-küfür ayrımı gelir ve esasen bu son derece tabiidir. İnsanları küfür sahrasından kurtarıp iman vahasına ulaştırmak için gönderilmiş bir Kitap’ta söz konusu ayrımın net olmadığını söylemek veya bu anlama gelebilecek bir anlayış benimsemek, Kitap’ta değil, ama onu anlamakla mükellef olan insanda mevcut bir arızaya işaret eder.

Kur’an’ın Ehl-i Kitap hakkındaki ayetlerini Usul-i Tefsir ilkeleri doğrultusunda anlamamakta ısrar edilecek olursa, farkında olarak veya olmayarak Kur’an’ın en temel hassasiyetinin üstü örtülmüş, dolayısıyla bir anlamda Kur’an kendi kendisiyle çelişir bir konuma yerleştirilmiş olur.

Eğer Kur’an açık bir şekilde Ehl-i Kitab’ı iman etmeye çağırıyor ve kurtuluşu da iman etmeye bağlıyorsa; üstelik Efendimiz (s.a.v) de bütün hayatı boyunca “imana davet” noktasında Ehl-i Kitap ile diğer insanlar arasında herhangi bir ayrım gözetmemişse, buradan, Ehl-i Kitab’ın “ehl-i necat” olduğu sonucunu çıkarmak için ayrı bir maharet sahibi olmak gerekir.

Ehl-i Kitab’ın, münhasıran 2/el-Bakara, 62 ve 5/el-Mâide 69 ayetlerinde mezkûr üç hususu (Allah Teala’ya iman, ahirete iman ve salih amel) yerine getirmekle kurtuluşa ereceğini söyleyenler, onlar için Hz. Peygamber (s.a.v)’e ve Kur’an’a imanın şart olmadığını ileri sürüyor. Oysa Kur’an, birçok ayette Kur’an’ı ve Hz. Peygamber (s.a.v)’i yalanlamanın ne anlama geldiğini net bir şekilde beyan buyurmaktadır. Bunları Ehl-i Kitab’ın görmesini beklemiyoruz, ama hiç olmazsa onları cennete buyur edenlerin görmesi gerekmez mi?

Mesele, kitap hacminde çalışma gerektirecek kadar önemli ve detaylı olmakla birlikte, burada çok özet olarak bir-iki noktanın altını çizelim. Usul-i Tefsir ilkeleri üzerinden yürümemekte ısrar edenlerin kendi metotları üzere hareket ettiğimizde dahi onların vardığı sonuca varmak mümkün değildir.

Soru şu: Ehl-i Kitap Kur’an’a ve Efendimiz (s.a.v)’e imanla mükellef midir, değil midir?

“Kendilerine Kitap verdiklerimiz O’nu (Peygamber’i), kendi oğullarını tanıdıkları gibi tanırlar. Ancak kendilerine yazık edenler iman etmez. Yalan sözlerle Allah’a iftira eden veya O’nun ayetlerini yalanlayandan daha zalim kimdir? Muhakkak ki zalimler felaha ermez!” (6/el-En’âm, 21)

Ehl-i Kitap için Hz. Peygamber (s.a.v)’e iman mükellefiyeti bulunmadığını söyleyebilmek için bu ayeti hükümsüz bırakmak gerekir! Buna gücünüz var mı? Hz. Peygamber (s.a.v)’e iman etmeyenler Allah Teala’nın ayetlerini yalanlamışlardır. Kur’an bu tutumu, sahibini felahtan nasipsiz kılan “zulüm” olarak tavsif etmektedir.

“Ey Ehl-i Kitap! Biz birtakım yüzleri silip dümdüz ederek arkalarına çevirmeden, yahut onları Cumartesi adamları gibi lanetlemeden önce, size gelenleri doğrulamak üzere indirdiğimize (Kur’an’a) iman edin! Allah’ın emri mutlaka yerine gelecektir.” (4/en-Nisâ, 47)

Buradaki “Kur’an’a iman” emrini nereye gizleyebilirsiniz?

Esasen kimlerin “kâfir” sınıfına girdiğini Kur’an tadat etmişken bizim, indî yorumlarla meseleyi eğip-bükmemizin hiçbir anlamı olamaz: “Allah’ı ve peygamberlerini tanımayanlar, Allah’ı tanımak, fakat peygamberlerini tanımayıp (Allah’a iman ile peygamberlere imanın) arasını ayırmak isteyenler ve “Peygamberlerin bazısına inanırız, bazısını tanımayız” diyerek küfür ile iman arasında bir yol tutmak isteyenler var ya, işte bunlar gerçek kâfirlerdir ve biz kâfirler için alçaltıcı bir azap hazırlamışızdır.” (4/en-Nisâ, 150-1)

Milli Gazete – 11 Mart 2007