İlim Adamı ve Eser Telifi

Ebubekir Sifil2005, Ekim 2005, Gazete Yazıları

İlim adamı olmak için eser telif etmek şart olmadığı gibi, her eser telif eden de ilim adamı değildir. Her ne kadar günümüzde üniversite sistemi, “ilim adamı” olmayı akademik unvan sahibi olmaya hasretmiş, akademik sıfatları hak etmenin olmazsa olmaz yolu olarak da eser telifini öngörmüşse de, gözlem ve tecrübelerimizle biliriz ki tek başına eser telifi kişiyi ilim adamı yapmaya yetmemektedir. Bu işin daha başka kriterleri bulunmak gerekir… Her neyse; bu bir bahs-i diğer…

Geçen gün Taşköprülüzade‘nin “eş-Şekâiku’n-Nu’mâniyye“sine bakarken Prof. Dr. Süleyman Uludağ hocanın Osmanlı‘da ciddi bir Hadis ve Tefsir kitabı telif edilmediği tezi üzerine 2001 yılında kaleme aldığım yazıyı hatırladım. www.ebubekirsifil.com’da 2003’ten önceki yazılar yer almadığı için ancak “İslam ve Modern Çağ“da (I, 184 vd.) veya Millî Gazete arşivinde görülebilecek o yazı, konuya sathi bir bakışla söylenebileceklerin bir kısmından müteşekkil idi.

eş-Şekâiku’n-Nu’mâniyye” müellifi, gerek –İstanbul‘un “Vefa” semtine adını vermiş olan, Fatih ve II. Bayezid dönemlerinin ünlü alim velisi– Şeyh Vefa (veya İbnu’l-Vefa) hz.lerinin, gerekse çağdaşı ünlü ilim ve devlet adamı Sinan Paşa‘nın biyografisinde bir anekdota yer verir.

Şeyh Vefa, Hanefiyyül-mezhep olduğu halde, cehri kıraat edilen namazlarda –tıpkı Şafiîler gibi– Besmele‘yi de açıktan okumaktadır. Fatih‘in hocası Molla Gürani, Şeyh Vefa‘yı mezhebe muhalif olan bu uygulamadan vaz geçirmek için dönemin İstanbul ulemasını toplar. Karar için Sinan Paşa‘nın gelmesini beklerler. Sinan Paşa gelince toplantı sebebi anlatılır. Sinan Paşa şöyle der:

Şeyh Vefa geldiğinde “İçtihad ettim ve içtihadımın sonucunda Besmele‘nin de açıktan okunması gerektiği sonucuna vardım” derse ne diyeceğinizi düşünün.

Bunun üzerine Molla Gürani,

– O Müçtehid midir?

diye sorar. Sinan Paşa‘nın cevabı kesindir:

– Evet. O Kur’an‘ın yedi kıraat üzere tefsirini bilir; Sünnet‘ten de “Sıhah-ı Sitte” (Kütüb-i Sitte)’yi ezberlemiştir. Bunun yanında Usul kaidelerinden içtihad şartlarının da arifidir.

Molla Gürani,

– Onun bu sıfatları haiz olduğuna şahitlik eder misin?

tarzındaki sorusuna yine aynı kesinlikte “Evet” cevabını alınca meclisi dağıtır ve olay kapanır.

Gerek Osmanlı‘da, gerekse İslam coğrafyasının ve tarihinin diğer dilimlerinde, taşıyıcısı ve şifahi aktarıcısı olduğu ilmi yazıya dökmeyen, bu sebeple de adı “musannif/müellif olarak zikredilmeyen nice ilim adamları vardır!

Muhammed Enverşah el-Keşmîrî ilginç bir örnektir. Gerçi bizzat kaleme aldığı, her biri kaynak niteliğinde birçok eseri vardır; ancak kendisine ününü kazandıran “Feydu’l-Bârî” adlı muhteşem eseri –bilindiği gibi– kendisi kaleme almış değildir. Buhârî şerhi derslerine katılan öğrencilerinin basiretli ve titiz çalışmaları olmasaydı bugün elimizde el-Keşmîrî‘ye ait “Feydu’l-Bârî” diye bir eser olmayacaktı. Aynı durum Tirmizî şerhi “el-Arfu’ş-Şezî” için de söz konusudur.

Hakikat sadece elimizle tutup, gözümüzle gördüklerimizden ibaret değildir. Tarih de öyle…

Milli Gazete – 2 Ekim 2015