İdam Cezası

Ebubekir Sifil2011, Gazete Yazıları, Nisan 2011

Kayseri’de bir gencin üç masum çocuğa yaptığı insanlık dışı muamele dolayısıyla idam cezası yeniden gündeme geldi. Birtakım siyaset ve hukuk adamları bu tarz suçlara karşı idam cezasının uygulanması gerektiğini bireysel/vicdani kanaatleri olarak dile getirdiler. Hatta Norveç cumhurbaşkanı dahi idam cezasının Avrupa Birliği’nce uygulamadan kaldırılmasının bir kere daha düşünülmesi gereken bir karar olduğu yolunda kanaat izhar etti.

Her ne kadar samimi olsalar da bunların “bireysel kanaatler” olmaktan öte bir anlam taşımadığı ve yasama/yargı düzleminde herhangi bir somutluğa tekabül etmediği/etmeyeceği açık.

İşlenen suç ne olursa olsun idam cezasının bir daha gündeme getirilmesinin söz konusu dahi edilmemesi gerektiğini söyleyenlerse, malum ezberi tekrar ederek “çağdaş normlar”a vurgu yapıyor ve bu meseleyi dahi “çağdaşlık/çağdışılık” sendromu içinde değerlendiriyor.

“İdam” denildiğinde toplumsal hafızamızda hep olağanüstü dönemlerde askerî yönetimler tarafından sivillere uygulanan cezalandırma metodu gelse de, idam cezasının bir “hukukî müeyyide” olarak bundan çok daha öte bir anlamının bulunduğu açık. Esasen olağan dışı dönemlerin hukukunun da olağan dışı olduğu izahtan vareste olduğu için bu sadette  o dönemlerin kendine mahsus anormalliklerini bahse medar olacak şekilde ele almak doğru değil. Burada, idamı “hak etmiş” suçluların durumudur söz konusu olan…

“Muhafazakâr” denen çevrelerde idam cezasının yeniden uygulamaya konulması doğrultusunda bir talep, niyet ya da eğilim bulunduğunu söylemek gerçeğin ifadesi olacak. Burada suçun mağduru olan tarafın hukukunun korunması kadar, cezanın caydırıcılığı üzerinden suçun yaygınlaşmasının önüne geçilmesi düşüncesinin de ağırlık taşıdığını söyleyebiliriz. Yürürlükteki ceza kanununun ve cezalandırma mantığının, bu tür suçların işlenmesine engel teşkil etmediği, caydırıcılık vasfını –en azından “yeterince”– taşımadığı, ceza konusunu teşkil eden suçlarda azalma olmamasından kolaylıkla anlaşılabilecek bir husus.

“Muhafazakâr” denilen çevrelerin idam cezasının geri getirilmesi doğrultusundaki eğiliminin bizim temel referanslarımızla irtibatlı bulunduğu inkâr edilemez bir hakikat. İdam cezasına karşı çıkanların, bunu, –başka mülahazalar yanında– inanç referanslarımızla irtibatımızın koparılması yolunda bir “kazanım” olarak değerlendirdikleri de öyle. Hatta onlara göre milletimizi kendisi kılan temel referanslardan, kimlik kodlarından ve aidiyetlerden uzaklaştığımızın ifade ve tescili olması bakımından idama karşı olmanın “simgesel” bir anlamı da var.

Onların değerlendirmeleri bir yana, burada idam cezasının geri getirilmesi düşüncesinde olanlar bakımından önemli bir problem bulunduğunu söylememiz gerekiyor. Bizim temel referanslarımız, suç-ceza düzleminde öncelikle bireyi suça iten sebeplerin ortadan kaldırılmasını öngörür. İnsanları önce aç bırakıp sonra hırsızlık yaptıkları için cezalandırmak ne kadar kabul edilemez ise, cinsel iştihayı köpürten her türlü ortamı ve mekanizmayı serbest kılmak suretiyle insanları cinsel suçlara –dolaylı olarak da olsa– teşvik ve tahrik edip arkasından suç işlendiğinde ceza vermek de aynı şekilde kabul edilemez bir durumdur.

Referanslarımız, olağanüstü dönemlerde “hadd” gibi ağır (bedene ve cana yönelik) cezaların uygulanmamasını öngörmüştür. Mesela Hz. Ömer (r.a) kıtlık zamanında hırsızlık yapanlara karşı el kesme cezasını uygulamamıştır. Çünkü burada kişiyi suça iten sebepler vardır ve idare bu sebepleri tamamen ortadan kaldıramadığı, suça giden yolları kapatamadığı için o ağır cezaların uygulanması bir nevi “zulüm” olarak anlam kazanacaktır.

Hz. Ömer (r.a)’in söz konusu uygulamasında dikkat çeken bir husus daha var: O, kıtlık döneminde aç kaldıkları için başkasının bahçesinden yiyecek aşıran kölelere ceza uygulamadığı gibi, kölelerini suça iten sebepleri ortadan kaldırmadığı için, suçun tekerrürü halinde onların sorumlularını cezalandıracağını söylemiştir.

Bu, bütün suçlar için böyledir. Aslolan önce bireyi tahrik ve suça teşvik eden sebepleri ortadan kaldırmaktır. İdam gibi ağır cezalar ancak ondan sonra uygulanabilir.

Dolayısıyla ülkemizde idam cezasının geri getirilmesinden önce, insanları suça iten sebeplerin ortadan kaldırılması üzerinde durmalı öncelikle yöneten-yönetilen bütün toplum olarak bunun çareleri üzerinde kafa yormalıyız.

Not:

Her ayın birinci ve üçüncü hafta sonları Daru’l-Hikme’deki seminerlerimiz devam ediyor. Cumartesi günleri “İslamî Bilincin İhyası” semineri 18.30’da, Pazar günleri “Mişkâtu’l-Mesâbîh” seminerleri öğle namazını müteakip yapılıyor. Seminerler isteyen herkesin istifadesine açık.

Milli Gazete – 2 Nisan 2011