İçtihad ve Sapıklık

Ebubekir Sifil2003, Gazete Yazıları, Şubat 2003

“Bir kimsenin fıkhî anlamda “mezhepsiz” olmasının birkaç anlamı olabilir: Ya o kimse “mezhep” kurumunu toptan reddediyordur veya kendisini bir veya birkaç meselede yahut bütün Fıkıh bablarında ictihad seviyesinde görüyordur.”

CEVAP

“Bir kimse müctehid olmadığı halde kendisini müctehid olarak görmesi basit bir olay mıdır? Ehli sünnet alimlerinin ictihadlarına aykırı konuşması önemsiz midir?”

“Eğer bu işe ehil ise sevabını alır, değilse Allah’ın dinini eğlence edinmenin hesabını öte tarafta verir.”

CEVAP

“Sapık da kâfir de öte tarafta hesap verecektir. Peki siz niye … aleyhinde kitap yazdınız? Adam öte tarafta hesabını verecektir. Sapıkların sapıklığını duyurmak vazife olduğu için bunu yaptınız. Ötekinin sapıklığını niye açıkça tenkit etmiyor da öteye bırakıyorsunuz?”

Müçtehid olmayan birisinin kendisini içtihad makamında görmesi elbette basit bir olay değildir. Ama burada üzerinde durulması gereken bir nokta var: Bir kimsenin müçtehid olup olmadığına kim, nasıl karar verir? Söz gelimi İmam es-Süyûtî içtihad seviyesini elde ettiğini söylemiş ve döneminin (es-Sehâvî, el-Kastallânî gibi) alimlerinden büyük tepkiler almıştı. es-Süyûtî müçtehid miydi, değil miydi? “Uzun süre devam eden hastalıklar ve bedenî zayıflık olmasaydı içtihad seviyesine ulaşırdım” dediği nakledilen, hatta birçok alim tarafından içtihad seviyesine ulaştığı söylenmiş olan İbnu’l-Hümâm hakkında ne demeliyiz? Burada “Mevdudi, Hamidullah gibi isimleri İbnu’l-Hümâm ve es-Süyûtî ile kıyaslamak doğru mudur?” şeklindeki mukadder sorunun “demagoji” olduğunu söylememiz gerekiyor. Zira burada böyle bir kıyaslama yapmıyor, “kimin müçtehid olduğuna veya olmadığına kimin karar vereceğini” tartışıyoruz… Netice olarak eğer onlar içtihad seviyesinde olmadıkları halde içtihada yeltenmişlerse, yapılacak şey, “içtihad” diye ortaya attıkları görüşlerin ilmî zeminde tartışılarak çürütülmesi ve sorgularının ahirete bırakılmasıdır.

Ehl-i Sünnet alimlerin içtihadlarına aykırı hüküm verme meselesine gelince, bunu doğru bulmam mümkün değil. Kimden sadır olursa olsun, Ehl-i Sünnet’e aykırı görüşler reddedilmeli ve bu konuda Ümmet uyarılmalıdır. Hamidullah ve Mevdudi’den de bu babda sadır olan görüşlere katılmadığımı ve hiçbir zaman katılmayacağımı buradan ilan ediyorum. Ancak bir kişiden Ehl-i Sünnet’e aykırı görüşlerin sadır olması –küfrü mucip olmadığı sürece– o kimsenin toptan terk ve tekfir edilmesine tek başına yeterli değildir. (Bu noktanın Hamidullah’la ilgili boyutuna daha sonra değineceğim.)

İsmini üç nokta ile setrettiğim zata gelince; Allah’tan korkun! İslam’ın sekülerleştirilmesi projesinin baş aktörlerinden birisi olan, şeytanının vahyettiklerini hayata geçirmek için ayet, hadis, icma, sahabe, mezhep, ulema… hiçbir değer tanımayan ilim, edep ve ahlak yoksunu bir nefsaniyet zebunu ile Mevdudi ve Hamidullah’ı nasıl bir tutarsınız? Hamidullah hakkında daha önce kaleme aldığım yazılarda, Ehl-i Sünnet’e aykırı olan bazı görüşlerine katılmadığımı belirtmiştim. Eğer Mevdudi ve Hamidullah hakkında da birer kitap yazacak olsaydım, Ehl-i Sünnet çizgiye uymayan görüşlerinde elbette onları da ayrıntılı bir şekilde tenkit ederdim. Hatta bunu insaf ve hakkaniyet ölçüleri içinde yapanlar hakkında eleştirel mahiyette tek kelime etmiş değilim.

(Devam edecek)

Milli Gazete – 1 Şubat 2003