İctihad Ve Kustallık

Ebubekir Sifil2011, Gazete Yazıları, Ocak 2011

Hayatı ve Din’i seküler/profan gözlükle okuma hastalığı mü’minlere ahir zamanda arız olan bir illet. Birtakım kavramlar, düşünceler, hükümler havada uçuşuyor. Kökenini araştırmadan, bünyeye nereden ve ne maksatla sokulmaya çalışıldığına dikkat etmeden dilimize buyur ettiğimiz kavramlar bir süre sonra düşüncemizi şekillendirmeye başlıyor. Bu da süreç içinde Din ve dünya algımızı dönüştürüyor, fark edemiyoruz.

Önüne herhangi bir Fıkıh kitabını alan modern “fıkıh uzmanı”, oradan rast gele seçtiği paragrafları göstererek “bakın” diyor, “bu konulardaki ihtilaflara bakın: sehiv secdesi birine göre vacib, diğerine göre sünnet; Ramazanda unutarak oruç bozan kimse akşama kadar yemeye-içmeye devam etse birine göre kefaret, diğerine göre sadece kaza gerekir; gözüyle gördüğü ve yakalanması mümkün olan denizdeki balığı satın alacak olan müşteri için görme muhayyerliği birine göre düşer, diğerine göre düşmez…”

“İctihad kutsi midir, beşeri midir?” sorusuna cevap sadedinde serd edilen bu misallerin ardı şöyle geliyor:

“Daha yüzlerce, binlerce misal verebilirim. Bırakalım misali, fıkıh kitaplarının bütünü zaten böyledir. Zira işin tabiatı bu. (…) Verdiğimiz bu misaller içinde gördüğümüz şey nedir? (…) hepsinin insanlar için dünya hayatını tanzim eden düşünceler, yorumlar, görüşler, kanaatler olmasıdır. Madem öyle, bunları teker teker her birine veya toplamına beşeri veya kutsal kategorilendirilmesi içinde bir yer arayacaksak nereye koymamız lazım? Hiç şüphe yok ki beşeri kategoriye. Çünkü bu görüşlerin sahipleri de, muhatapları da tek kelime ile beşer; düzenleme alanları ise dünya. (…) ictihadların ilahi bir asla dayanması ayrı, onlara kutsallık izafesi ayrı şeydir…”

İctihad faaliyetini mahza “beşeri” gören ve gösteren bu bakış açısına elbette öncelikle “kutsal”dan ne anladığını sormak lazım. Herhangi bir faaliyet, kaynağı ve muhatabı beşer diye kutsal olma vasfını kaybeder mi? Camilerimiz taştan ve topraktan yapılmıştır diye kutsallığı tartışma konusu yapılabilir mi? Ya da Kâbe-i Muazzama? “Mü’min mükerrem bir varlıktır, dolayısıyla onun kılı dahi alım-satım konusu yapılamaz” anlayışı mü’mini ontolojik bir varlık olarak kutsal kabul ediyor mu, etmiyor mu?

Bütün müctehidlerin musib olduğunu (doğruya isabet ettiğini) söyleyen ve savunan ulemayı paranteze alalım ve fıkhî ihtilaflarda taraflardan sadece birisinin indallahta doğru olana isabet ettiği görüşünü kabul edelim; bu yaklaşıma göre dahi ictihad faaliyetini yürüten “ehil” kimse, vardığı netice itibariyle hata dahi etse sevap alıyor mu, almıyor mu?

“Fıkıh uzmanı”mızın Fıkh’ın evrenselliğine itiraz ederken de aynı seküler/profan zeminde hareket ettiğini hatırlayanlarınınız olacaktır. Bu ne savrulmadır böyle!

Bir Selefin ictihdatını günümüz maslahatçı/menfaatçi hareket tarzı ile karşılaştıran Bediüzzaman merhumun tavrına bakın, bir de onun “arzîdir” dediği bu tavra. Kendisini ona nisbet eden hareketin nereden nereye geldiğini, makasın ne kadar açıldığını görüyor musunuz! Tuhaf olan, herhangi birisinin kaleminden bu tarz fikirlerin dökülmesi değil, bu fikirlerin sahibinin ve mensup olduğu hareketin kendisini hala Bediüzzaman merhumun takipçileri olarak lanse etmesi!

Bu tavrın “Din’de reform” sloganı altında gündeme getirilen yaklaşımdan temelli bir farklılık arz ettiğini de vurgulamamız lazım. Din’de reformu savunanlar birtakım ahkâmın yenileriyle değiştirilmesini istiyor, yani ahkâmın “formu”yla ilgileniyordu. Bu yaklaşımsa ahkâmın “mahiyetiyle” ilgileniyor. Dolayısıyla Din’de reformcu yaklaşım “değişimci” iken, bu yaklaşım “dönüşümcü”dür.

“Yapı-bozumcu” karakteri sebebiyle müsteşriklerin çalışmalarından bile daha “tehlikeli” olduğunda şüphe bulunmayan bu yaklaşımın mantığına göre ictihad ile herhangi bir yasal düzenleme arasında hiçbir fark yok. İkisi de dünya hayatını düzenlemeye matuf, ikisi de beşer faaliyeti!

“Resmu’l-müftî”, “edebu’l-müftî ve’l-müsteftî” tarzı eserler müftinin Allah Teala ve Resulü’nün (s.a.v) hükmünü haber veren kişi olduğunu mu söylüyor? Geçiniz efendim, bunlar miadı dolmuş “geleneksel” bakış açısının yansımaları. Şimdi postmodern zamanlardayız ve vakit “seküler dindarlık” vakti. Başka nasıl küreselleşebiliriz?!..

Milli Gazete – 8 Ocak 2011