Hangi Ehl-i Sünnet-1

Ebubekir Sifil[dosya], 2009, 2009 Yılı, Ehl-i Sünnet, Gazete Yazıları, Ocak 2009, Ocak Ayı 2009 OS

Soru

Yukarıdaki linkte (okuyucu burada bir internet adresi veriyor) şöyle bir iddia gündeme gelmiştir ve peşinden “İsterseniz Sifil Hoca’ya sorunuz” denmiştir. İddialar şunlardır:

“Önce hangi ehl-i Sünnet demek gerek… Sonra soru cevaplanabilsin… Maturidi mezhebi fesatta mutezileden daha aşağı değildir. (Mustafa Sabri Efendi, Tahte Sultanil Kader s.42) İmam Buhari, İmam-ı Azam Ebu Hanife’ye mürcie derken ne kadar ehl-i Sünnet??? (Buhari, et-Tarihu’l-Kebir, VIII, 81.) Muhaddis İbn Hibban “Kitabu’l-Mecrûhîn”de Ebu Hanife’ye mürcie derken ne kadar ehl-i Sünnet??? İbn Kuteybe, Ebu Hanife’ye mürcie derken ne kadar ehl-i Sünnet??? (İbn Kuteybe, el-Maarif, 625.) İmam Pezdevi’den başka ehl-i Sünnet mi olduğunu düşünüyorsunuz yoksa???!!! Pezdevi mücessime bahsinde hanbelileri ve yahudileri aynı safta değerlendirir. (Pezdevi s.348) Yine Pezdevi’ye göre İmam Eşari bidatçıdır. (Pezdevi, s.366)”

Hocam, bahsi geçen kaynakları tedkik etme imkanım yoktur. İsmi şerifi geçen zatların bu ifadeleri neden, nasıl ve ne zaman kullandıklarını; hatta kullanıp kullanmadıklarını da bilemiyorum. Bu iddiaların tarafınızdan cevaplanmasını ve mümkün ise ilgili kaynakların tarafınızca tedkik edilmesini rica ederim. Şimdiden Allah razı olsun. Selam ve saygılarımla…

Cevap                                               

Bu soruya internet üzerinden özel bir cevap göndermiştim. Sorunun “kışkırtıcı” özelliği, verilen örneklerle daha da pekiştirilmiş. Gerek olgu olarak, gerekse günümüzün, Müslümanlığı konjonktürel hassasiyetler ekseninde değerlendirme alışkanlığı karşısında ne ifade ettiği noktasında Ehl-i Sünnet’e daha mütecessis bir nazarla yeniden bakmak zorunda olduğumuzu vurguluyor. Bu soruyu cevaplandırmak, bir bütün olarak geçmişi ve şimdiyi konuşmak demek. Onun için üzerinde hassasiyetle durulması gerektiğini düşünüyorum. Hatta soruda vurgulanan “Hangi Ehl-i Sünnet?” meselesinin net olarak aydınlatılmasının, zihnimizin durulmasına ve Ehl-i Sünnet olduğunu söyleyen ve fakat birbirine mesafeli duran kesimler arasında da buzların erimesine vesile olacağını söylemek abartı olmayacaktır.

Cevap olarak şunları yazmıştım:

Ehl-i Sünnet bir “genel çerçeve”, bir “şemsiye kavram”dır. Birtakım temel umdelerin kabulünde ittifak eden kitleler bu çerçevenin içine, bu şemsiyenin altına girer.

“Nedir bu “temel umdeler” diye soracak olursanız, “Kur’an’da ve meşhur-mütevatir hadislerde bildirilmiş, Sahabe tabakasında genel kabul görmüş hususlara iman” şeklinde genel bir cevap verebilirim.

Bir kimse veya kesim, kendisini bu genel cevabın çizdiği çerçeve içinde görüyorsa, o Ehl-i Sünnet’tir.

Ebu’l-Muzaffer el-İsferâynî, et-Tabsîr fi’d-Dîn’de (113-4) Ehl-i Sünnet’in itikad ilkelerini zikrettikten sonra Ebû Hanîfe, eş-Şâfi’î, Mâlik, el-Evzâ’î, Dâvud ez-Zâhirî, ez-Zührî, el-Leys b. Sa’d, Ahmed b. Hanbel, Süfyân es-Sevrî, Süfyân b. Uyeyne, Yahyâ b. Ma’în, İshâk b. Râhûye, Muhammed b. İshâk el-Hanzalî, Muhammed b. Eslem et-Tûsî, Yahyâ b. Yahyâ, Muhammed b. el-Fadl el-Becelî, Ebû Yusuf, Muhammed, Züfer, Ebû Sevr ile Ehl-i re’y ve Ehl-i Hadis olarak anılan diğer Hicaz, Şam, Irak, Horasan ve Maveraunnehir imamları ve onlardan önceki Sahabe, Tabiin ve Tebe-i Tabiin kuşaklarının bu itikad üzere olduklarını söyler ve ekler: “Ehl-i re’y ile Ehl-i Hadis arasında bu saydığımız hususlarda herhangi bir ihtilaf bulunmadığını tahkik etmek isteyen kimse, Ebû Hanîfe’nin Kelam konusunda kaleme aldığı el-Âlim ve’l-Müte’allim’e, el-Fıkhu’l-Ekber’e, el-Vasıyye’ye ve eş-Şâfi’î’nin eserlerine baksın. Onların serlerinde (itikadî meseleler hakkında) asla bir farklılık bulamayacaktır…”

Dolayısıyla bu temel umdeler söz konusu olduğunda, Ehl-i Sünnet olduğunu söyleyen kimse ve kesimler arasında farklılık bulunmadığını ikrar etmek insaf gereğidir.

O halde “Hangi Ehl-i Sünnet?” sorusunun bu bağlamda hiçbir anlamı yoktur. Bu, bu bağlamda yanlış kurgulanmış bir sorudur.

Bu söylenenler, Ehl-i Sünnet olduğunu söyleyen kimse ve kesimler arasında hiçbir ihtilaf bulunmadığı anlamına gelir mi? Elbette gelmez.

Öyleyse “Hangi Ehl-i Sünnet?” sorusunun yerinde olduğu bir bağlam bulunduğunu kabul etmek gerekir. O bağlamın çerçevesini ise şöyle çizebiliriz: Delaleti ve sübutu konusunda ihtilaf bulunan nasslar ve esasen hakkında sarih delaletli herhangi bir nass bulunmayan konular.

“Delaleti ve sübutu konusunda ihtilaf bulunan nasslar” ifadesiyle kasdettiğim şudur: Ehl-i Sünnet’in farklı kesimleri, “İman nedir?” sorusuna farklı cevaplar vermiştir. Kimi sadece “Kalp ile tasdik ve dil ile ikrardır” demiş, kimi de bunlara “azalarla amel”i eklemiştir. “İman nedir?” sorusunun Kur’an ve Sünnet tarafından verildiğini bildiğimiz farklı cevapları vardır ve bu ihtilaf o cevaplardan hangisinin tercih edileceği sorusuna verilen cevaptan kaynaklanmaktadır.

Mesela meşhur “Cibril hadisi”nde iman, “Allah’a, meleklerine, kitaplarına, Allah’a kavuşacağına, peygamberlerine ve diriliş gününe iman etmendir” diye tarif buyurulduğu halde, başka rivayetlerde “namaz kılmak ve oruç tutmak” da imanın cüzlerinden olarak zikredilmiştir. Oysa Cibril hadisinde bu ibadetlerin “iman”dan değil, “İslam”dan sayıldığını görüyoruz.

Burada bir “delalet ihtilafı” söz konusudur. Elbette amellerin imandan olup olmadığı meselesi değindiğim rivayetlere münhasır olarak yapılmamıştır; başka pek çok ayet ve hadis bu çerçevede taraflarca dayanak olarak alınmıştır.

Keza “müteşabih” olarak ifade ettiğimiz “haberî sıfatlar”la ilgili ihtilaf da burada hatırlanmalıdır. Ehl-i Hadis genellikle tevile kapalı bir tutum sergileyerek bu sıfatları zahiri üzere anlama taraftarı olmuş, Ehl-i re’y ise bu nasslara geldiği gibi inanmakla birlikte, tevil kapısını da tamamen kapatmamıştır.

Devam edecek.

Milli Gazete – 4 Ocak 2009