“Hakikatler Arası Diyalog”-2

Ebubekir Sifil[dosya], 2005, Ağustos 2005, Dinler Arası Diyalog, Gazete Yazıları

Hz. Peygamber (s.a.v), Yahudi ve Hristiyanlar‘ı “hak ve hakikate inananlar” olarak mı, yoksa tebliğe muhatap/muhtaç kitleler olarak mı görmüştür? Bu sorunun cevabı, Ehl-i Kitap ile ilgili Kur’an ayetlerinin nasıl anlaşılması gerektiği sorusunun da cevabını oluşturacağı için önemlidir.

Hemen işin başında Ehl-i Kitap içinde –azınlık da olsa– “inanan” bir topluluk bulunduğunu belirten ayetlerin (3/Âl-i İmrân, 110, 99; 28/el-Kasas, 52-5) nasıl anlaşılması gerektiği üzerinde bir miktar durmak gerekiyor.

Allahu a’lem kaydıyla söyleyelim, bu ayetlerde anlatılanlar, Ehl-i Kitap kitle arasında Tevhid çizgisini muhafaza edip, kendilerine indirilen Kitab‘ın tahrif edilmemiş orijinal haline (ya da tahrifin asgari seviyede vuku bulduğu, Tevhid ve Peygamber anlayışının zedelenmediği “versiyon”una) inananlar olmalıdır. Benzeri bir durumun, Hz. İsa (a.s) döneminde yaşandığını söyleyebiliriz. Hepsine selam olsun, daha önceki peygamberler silsilesinden beri gelen ve son aşamada Hz. Zekeriyya ve Hz. Yahya tarafından tebliğ edilen Tevhid inancı, Hz. İsa (a.s)’ın tebliğ döneminde mevcut bulunan Essenîler/İsiyîm ve Zelotlar/Zealotlar gibi gruplar tarafından yaşatılıyordu. Hz. İsa (a.s) tebliğe başladığı zaman kendisine ilk inananlar arasında elbette bu gruplar da bulunuyordu.

Gayrimüslim araştırmacıların kategorik olarak kullandığı “Yahudi Hristiyanlar“-“Helenistik Hristiyanlar” tarzındaki ifadelendirmeden sarf-ı nazar edersek, –mesela– “Musevî kökenli İsevîler“-“Putperest kökenli İsevîler” gibi bir kavramlaştırma yapabilir ve bu durumda ilk ifade ile Essenîler‘i ve Zelotlar‘ı anlatmış oluruz…

İşte böyle bir durum, Son Hak Din‘in çağrısı kendilerine henüz ulaşmamış veya ulaşmışsa da İslamlaşma sürecini tamamlamamış Ehl-i Kitap için söz konusu edilebilir. Söz gelimi Habeşistan Necaşisi Ashama, ülkesine hicret eden sahabîleri dinleyip de Mekke‘de bir Peygamber‘in (salat ve selam O’na) zuhurunu haber almadan önce Ehl-i Kitap idi. Efendimiz (s.a.v)’in, çocukluğunda amcası Ebû Tâlib ile ticaret maksadıyla çıktığı Şam yolculuğunda, kendisindeki olağanüstü hali sezen ve dindaşları (Şam‘daki Hristiyanlar) O’na bir zarar vermesin diye kervana geri dönmelerini öğütleyen rahip Bahîra da öyle. Hz. İsa (a.s)’ın havarilerinden beri Tevhid çizgisini muhafaza eden bir damar hep vardı ve örnek olarak zikrettiğim isimler ve daha pek çok benzerleri de o damardan geliyordu.

İslam‘dan haberdar olmakla birlikte itikadıyla, ameliyle İslam‘ı bir bütün olarak öğrenip yaşama şansını henüz elde edememiş bu muvahhid kitleye Kur’an zaman zaman “Ehl-i Kitap“, zaman zaman da “iman edenler” olarak hitap etmiştir. (Müfessirler‘in kaydettiğine göre “Ey iman edenler! Allah’tan korkun ve Resulü’ne iman edin ki, Allah size rahmetinden iki kat (hisse) versin” mealindeki 57/el-Hadîd, 28 ayetinde Ehl-i Kitab‘a hitap edilmiştir.)

Şu halde bu kapsamdaki ayetleri Ehl-i Kitap ile diyaloğa delil ve zemin olarak ittihaz etmek doğru değildir. Daha da önemlisi, bu muhtevadaki ayetleri dışarıda tuttuğumuzda, Ehl-i Kitap‘la ilgili ayetler arasında –iddia edildiği gibi– bir tearuz bulunduğunu, dolayısıyla konunun yoruma açık olduğunu da ileri süremeyiz. Ehl-i Kitab’ın iman edenlerini bile Resul’e (s.a.v) iman etmeye çağıran Kur’an’ın tavrı alabildiğine net ve açıktır. Eğer bir tutarsızlık varsa, “vaktiyle uydurdukları şeylerin, dinleri konusunda kendilerini aldattığı” (3/Âl-i İmrân, 24), yani “din” diye kendi uydurdukları şeylere inanan Ehl-i Kitab‘a ittiba ederek Keler deliğine girmeye azmetmiş olanların din anlayışındadır…

Milli Gazete – 14 Ağustos 2005