Hadislerin Mana İle Rivayeti – 2

Ebubekir Sifil2004, 2004 Yılı, Ekim 2004, Ekim Ayı 2004 OS, Gazete Yazıları

Soruda adı geçtiği ve bir makalesine atıfta bulunulduğu için kendisiyle irtibata geçmem üzerine buraya alamayacağım kadar uzun bir yazıyla bu bahse katkısını esirgemeyen değerli kardeşim Arş. Gör. A. Tahir Dayhan kısaca şöyle diyor:

“Mana ile rivayeti tecviz eden rivayetlerden birisi uydurma, diğeri ise “çok zayıf” görünüyor. (Soruda zikri geçen makalenin 32. numaralı dipnotunda geçen) ifademden kasıt, bu rivayetlerin “teknik olarak” ihticaca elverişli olmadıklarını belirtmektir…”

es-Sehâvî’nin, Muhammed Ebû Şehbe merhum tarafından yer verilen ifadesinde ise gerçekten bir problem var gibi görünüyor: “Vehüve hadîsun muzdaribun lâ yasıhhu. Bel zekerahu’l-Cûzekânî ve’bnu’l-Cevzî fi’l-Mevdû’ât ve fî zâlike nazar.” (Bu, muzdarib bir hadistir; sahih değildir. Hatta el-Cûzekânî ve İbnu’l-Cevzî onu mevzu hadislere tahsis ettikleri eserlerinde zikretmişlerdir…”

Cümlenin sonunda geçen ” ve fî zâlike nazar” ifadesini Ebû Şehbe, “el-Cûzekânî ve İbnu’l-Cevzî’nin bu hadis hakkında verdiği hüküm şüphelidir” tarzında anlamış. Dayhan ise “Bu ikinci kaynakta (yani İbnu’l-Cevzî’nin el-Mevdû’ât’ında, E.S) olup olmadığına bir daha bakmak lazım” diye de tercüme etmemiz mümkün” diyor.

Bu görüşünü desteklemek amacıyla benim, bir önceki yazıda bu rivayeti adı geçen eserde bulamadığımı söylediğimi de hatırlatan Dayhan, sözlerini şöyle sürdürüyor: “Benim “ve fî zâlike nazar”a bu şekilde anlam verilebileceğini söylememin bir nedeni de şu: San’ânî’nin Tavdîhu’l-Efkâr li Meânî tenkîhi’l-Enzâr‘ında (II/392), Zeynüddin Irakî’nin (benim bir önceki yazıda atıfta bulunduğum, E.S) Fethu’l-Muğîs’ine atfen şöyle deniyor: “Kâle Zeynü’ddîn… (oradaki ibare aynen nakledildikten sonra) Ve Kâle’s-Sehâvî ba’de zikrihî: Ve hüve hadîsün muztaribün lâ yasıhhu. Bel ravâhü’l-Cûzecânî fi’l-Mevzûât.” Dikkat edersen İbnü’l-Cevzî’nin adı geçmiyor. Sanki orada olmadığını bildiği için San’ânî ibareyi burada kesmiş. “Ve fî zalike nazar” cümlesini ise hiç vermemiş.”

Sonuç olarak es-Sehâvî’nin “Ve fî zalike nazar” tarzındaki ifadesinin ne anlama geldiği konusunda bir görüş ayrılığı var.

Kanaatime göre, cümlenin akışından da anlaşılacağı gibi bu ifade, bahse konu rivayetin “uydurma” değil, “zayıf” olduğunu anlatıyor. Zira es-Sehâvî, hadis hakkında sadece “ızdırab” meselesini gündeme getiriyor ve buna bağlı olarak da sahih olmadığı hükmünü veriyor. (Bir önceki yazıda hocası İbn Hacer’in de bu “ızdırab” meselesine değindiğini, bunun nereden kaynaklandığı hakkındaki kanaatini ve senedin aslının nasıl olması gerektiği konusundaki fikrini zikretmiştim.) Bu sebeple el-Cûzekânî ve İbnu’l-Cevzî’nin onu mevzu hadisler arasında zikretmesinin tartışmaya açık bir yaklaşım olduğunu anlatmak maksadıyla da “ve fî zâlike nazar” diyor.

Bir önceki yazıda da ifade ettiğim gibi, mana ile rivayeti tecviz eden hadisler arasında butlanı açık olanlar dışındakiler hakkında açık bir hüküm verilmemesi de bu söylediğimi teyit etmektedir. Doğruyu Allah Teala bilir.

Soru: İmamlarımız ve işlerimizi yürüten âmirlerimiz -zâlim de olsalar- onlara karşı çıkmak, selefin icmâı ile caiz görülmemiştir.

Yukarısı Ehl-i Sünnet’in Nesefi Akaidi’nden iktibastır. Fakat yukarıdaki hüküm aşağıdaki hadis-i şerifle çelişiyor gibi gözüküyor. Bunları nasıl telif edebiliriz

“En büyük cihad zalim sultana karşı hakkı haykırmaktır.

Cevap: Ehl-i Sünnet’in konuyla ilgili kabulü, soruda “karşı çıkmak” olarak alıntılanmış. Doğrusu “isyan etmek, ayaklanmak” (el-hurûc ale’s-sultân) olmalıdır. Ehl-i Sünnet ulema, iman dairesinden çıkmadığı sürece günahkâr, fasık… yöneticiye isyan etmemeyi esas almıştır. Bu, el-Buhârî, Müslim ve diğer Hadis İmamları’nın eserlerinde zikredilmiş olan sahih hadislerin muktezasıdır.

Bu hadislerle sorunun sonunda zikredilen rivayet arasında bir çelişki yoktur. Zira yöneticiye “isyan etmek”le ona “hakkı söylemek” aynı şey değildir. Zalim yöneticiye yanlışlarını göstermek ve kendisini doğruya sevk etmeye çalışmak emr-i bil ma’ruf nehy-i anil münker cümlesindendir ve terk edildiğinde bütün Ümmet sorumlu olur.

Milli Gazete- 28 Ekim 2004