Eleştirinin Yüzü Soğuktur

Ebubekir Sifil2005, Gazete Yazıları, Şubat 2005

Hatırlayacağınız gibi, 11-20 Ocak tarihleri arasında bu köşede Prof. Dr. Ahmet Yüksel Özemre hocanın İlm-i Hadis ile ilgili değerlendirmelerini konu edinen 5 yazı yazmıştım. Geçtiğimiz cumartesi günü Özemre hocadan şöyle bir mesaj aldım: “Hadîs rivâyetleri hakkındaki görüşlerim konusunda Millî Gazete’de yazmış olduğunuz 5 yazıya cevâbım ilişik dosyadadır. Bu yazı www.ozemre.com başlıklı web sitemde de bu ayki Umran dergisinde de yayınlanmıştır. Muhabbetlerimle ve hayr u dualarımla.”

Özemre hoca, ilişikte gönderdiği dosyanın dibacesinde, “Mâşâallāh! Ne kadar da emek vermişsiniz! Bunları (…) ilgiyle ve dikkatle tetkik ederken hâfızam bendenizi doğup büyüdüğüm Münip Paşa Konağı’nda dinî terbiyemin nasıl verildiğine götürdü…” diyerek ince bir “dokundurma”da bulunmuş ve bu tavrını bütün yazı boyunca sürdürmüş.

Zikri geçen yazılarıma Özemre hocanın kişiliğine, dinî yaşantısına, yaşına ve bu ülkeye yaptığı hizmetlere dokunan, edep/terbiye sınırlarını ihlal eden, tekebbür ve enaniyet kokan bir üslubun hakim olmasına izin vermek niyetinde olsaydım, başka türlü davranırdım. Esasen tarzıma, kişiliğime ve eleştiri anlayışıma aykırı olduğu için böyle bir üslubun maksadın önüne geçmesine göz yummam bahis konusu olamaz. Bununla birlikte, eğer farkında olmadan kişilik haklarına tecavüz anlamına gelebilecek bir ifadem olmuşsa, huzurunuzda Özemre hocadan özür ve helallık dilediğimi açıkça beyan ediyorum…

Neylersiniz ki eleştirinin, –ne kadar haklı olursa olsun– tabiatı gereği yüzü soğuktur. Böyle olduğu için de, eleştirenin ortaya koyduğu hayatî doğrular bile muhatap tarafından, eleştirenin asıl maksadı olarak tayin ve tesbit edilen “itham”a “malzeme” olarak algılanabiliyor ve bu psikolojinin baskısıyla harekete geçen savunma güdüsü, ortaya çıkabilecek “barika-i hakikat”i kaynağında söndürüyor.

Bu itibarla Hocanın, “Muhakkak ki zât-ı âlîniz (…) hem çok âlim ve hem de bendenizden mutlakā kat be kat daha fazla takvâ ve cidâl sâhibisinizdir. Bu vasıflarınızı, makālelerinizde ittihâz etmiş olduğunuz gibi, ne kadar ayrıntılı izhâr etseniz ve bunlarla zımnen ya da âşikâre ne kadar tekebbür etseniz yeridir. Bunu çok iyi anlıyorum.” demesini üzüntü ve inkisarla karşıladığımı özellikle belirtmek isterim…

Konunun hassasiyeti ve Hocanın yaklaşımı ortada. Gerek Hocanın, gerekse kendisiyle aynı veya benzer tavır içinde bulunanların anlamamakta ısrarcı oldukları nokta şurası: “Uydurma” olduğunu zımnen veya açıkça söyledikleri binlerce, onbinlerce hadis, Sahabe halkasından itibaren bu Ümmet’in fakihi, muhaddisi, ulema ve sulehası tarafından kabul ve amele konu edilmiştir. Bu rivayetlerin uydurma olduğunu söylemekle, bütün o nesilleri Hz. Peygamber (s.a.v) adına yalan uydurmakla, uydurulan yalan(lar)ı bu Din’e ilhak etmekle, Sünnet’i, dolayısıyla Din’i kendi hevaları doğrultusunda tahrif etmekle ya da böyle yapanlara alet olmakla, bütün bunlar olmasa da en azından “gaflet ve cehalet”le itham etmek arasında hiçbir fark yok! Bu tavrın yanlış olduğu söylendiğinde “itham edilme” moduna girenlerin, Din adına, Kur’an ve Sünnet adına, Ümmet-i Muhammed (s.a.v) adına, kültür ve tarih adına, kendilerine dinî terbiye ve edep ta’lim eden ecdat adına önce kendi tavırlarının ne anlama geldiğini gözden geçirmesi gerekmiyor mu? Böyle bir durumda “tekebbür” ve “cidal”in, öncelikle bu Ümmet’in tamamına yakınını zan ve töhmet altında bırakan yaklaşımda mı, yoksa benim tarzımda mı aranması gerektiği sorusu elbette önemlidir.

(Cevabi yazısında Hoca, “Yıllardır özenle seçmiş olduğum ve hayatıma yön vermiş ve vermekte olan 1500 kadar hadîsi de göstermelik koleksiyon olarak kitapların içinde saklamamakta, vicdânî huzur ve kanaat-i kâmileyle, Elhamdülillāh bunların direktifleri doğrultusunda her an amel ve de cihâd etmekteyim” diyerek kabul ve reddettiği hadislerin sayısal oranı hakkında bizi bilgilendiriyor. Hocanın, yazının sonunda alıntılayacağım kriterlerine uyduğu kanaatini taşıdığı anlaşılan bu hadisler arasında, itham ettiği rivayetlerin ravilerinin bulunup bulunmadığını bilme imkânımız ne yazık ki mevcut değil!)

Öte yandan, “Bununla beraber “Hadîs İlmi” denilen konuda bu denli mütebahhir olan sizlerin, özellikle ayrıntılarda (ayrıntılarda??) göstermekte olduğunuz hassasiyetin nezdinizdeki değeri kadar bendenizin Cenâb-ı Peygamber’i idrâk ediş tarzımdaki bu: 1) hassasiyetimi de 2) edebimi de, munsifâne, en azından teslim etmenizi beklerdim” diyen Özemre hoca da iyi biliyor ki, eğer bir eksiklikse, bu noktanın meselenin aslına taalluku yok.

Maamafih konuyla ilgili –20 Ocak tarihli– son yazımda, “… Bu durumda Hocanın, hadislerin tümünü reddetme ya da hadislerin dinî hayata yön verme fonksiyonunu minimuma indirme tavrının, ilmî ve de objektif bir metodolojiyle ilgisi olmayan sübjektif vehim olduğunu söylemesinin, kendi tutarlılığı bakımından hiçbir değer ifade etmeyeceği açıktır” diyerek bağlam içinde bu noktaya işaret ettiğimi de görmemiş olması mümkün değil.

“… Hangi hadîs rivâyeti metni: Kur’ân’a muhâlif ise, ya da Cenâb-ı Peygamber’in bizzât Kur’ân tarafından övülmüş olan yüce ahlâkına muhâlif unsurlar ihtivâ ediyor ise, ya da anakronik (zamanın akış yönüne aykırı) unsurlar ihtivâ ediyor ise, ya da fizikî olarak Allāh’ın mîzân üzere koruduğu kevnî düzene muhâlif unsurlar ihtivâ ediyor ise, ya da müşâhedeye, sübût etmiş olan ilme ve sağduyuya muhâlif unsurlar ihtivâ ediyor ise, ya da çözümü olmayan meseleler vaz ediyor ise (…) derhal reddederim, (…) asla amel etmem, (…) Cenab-ı Resul’e asla izafe etmem…” tarzındaki ifadelerinin, önerdiği ve örneklediği metodolojinin objektif olduğu iddiasına ne derece hizmet ettiğini uzun uzun tartışmak isterdim. Ama bu aşamadan ve Hocanın mesajına hakim olan genel havadan sonra bunun bir fayda hasıl edeceğine inanmadığım için bu bahsi burada keseceğim.

Sonuç yerine, cevabi yazısının hatimesini iktibas etmeme umarım Özemre hoca itiraz etmez:

“Lâ İlâhe İllallāh, Muhammedün Resûlullāh” kelâmında şeksiz şüphesiz birleşmekte değil miyiz? (…)

“Cenâb-ı Hakk hepimizin idrâkini ref, fehâmet ve iz’anını tahkîm, ilmini tezyid, (XLIX/12) âyetine uymasını nasîb, zanlarını hüsn ile tezyin, umûrlarını hayra tebdîl, sa’ylerini meşkûr, îmânını da selîm etsin! Âmin.”

Milli Gazete – 10 Şubat 2005