Ehl-i Sünnet Kollektif Bir Çizgidir

Ebubekir Sifil[dosya], 2002, Ehl-i Sünnet, Ehl-i Sünnet, Eylül 2002, Gazete Yazıları, Konularına Göre

Ne kasdettiğimi hemen izah edeyim. Bu serinin ilk yazısında Ehl-i Sünnet çizginin, monoblok bir yapıyı ifade etmediğini arz etmiştim. Ehl-i Sünnet dediğimiz kitle, İmam-ı A’zam Ebû Hanîfe (rh.a)’nin el-Fıkhu’l-Ekber‘inde yer alan temel itikadî meselelerin hak olduğuna inanan Mü’minler’in oluşturduğu kitlenin ismidir. Zira bu eserde akidevî meselelerin tafsilatına inilmeden, temel ölçüler verilmiştir ve Ehl-i Sünnet’i oluşturan grupların her üçü de bu meselelerin hak olduğuna itikatta ortaktır.

Peki tafsilata gidildikçe ortaya çıkan görüş ve anlayış farklılıklarını nasıl değerlendirmeliyiz?

Ben bu durumu, Hanefî Mezhebi’nin yapısına benzeterek açıklayabileceğimizi düşünüyorum. Bilindiği gibi Şihâbuddîn el-Mercânî, Muhammed Zâhid el-Kevserî gibi alimler, İmam Ebû Yusuf ve İmam Muhammed eş-Şeybânî’nin de tıpkı hocaları İmam Ebû Hanîfe gibi “mutlak müçtehid” olduğu görüşündedir. Buna delil olarak da, iki imamın, İmam Ebû Hanîfe’ye Usûl meselelerinde bile muhalefet ettikleri noktalar bulunduğunu gösterirler ki, Allahu a’lem doğrusu da budur.

Şu halde aralarındaki bazı Usûl ihtilaflarına rağmen, Usûl meselelerinin çoğunluğunda yaklaşımları birbirine denk düştüğü için her üç imamın mezhebi de nasıl Hanefî mezhebinin dışında sayılmıyor ve onların içtihatları kollektif bir mezhebi oluşturuyorsa, Ehl-i Sünnet’i teşkil eden gruplar arasındaki –tafsilata ilişkin– görüş ayrılıkları da aynı şekilde değerlendirilebilir.

Birtakım meselelerde (ki sayılarının 10 küsür olduğunu biliyoruz) aralarındaki mevcut ihtilaf sebebiyle ne İmam el-Mâturîdî’yi, ne de İmam el-Eş’arî’yi Ehl-i Sünnet dışında görmek nasıl mümkün değilse, temel itikadî meselelerde ortak olan Ehl-i Hadis ve Ehl-i Tasavvuf’u da pekala aynı kategoride görebiliriz. Şunu da unutmamak gerekir ki, tıpkı İmam el-Mâturîdî ile İmam el-Eş’arî arasındaki ihtilaflar gibi, “Ehl-i Hadis” dediğimiz kitle arasında da, “Ehl-i Tasavvuf” dediğimiz kitle arasında da itikada taalluk eden muhtelefun fih meseleler vardır.

Birer örnek vermek gerekirse, “Allah Adem’i suretinde yaratmıştır” hadisindeki “suretinde” ifadesinin zamirini Allah Teala’ya göndererek, bu hadisi “Allah Teala Hz. Adem (a.s)’ı kendi ilahî suretinde yaratmıştır” tarzında anlamak Ehl-i Hadis arasında yaygın olarak görülen bir husus olmasına rağmen, İbn Huzeyme (bkz. Kitâbu’t-Tevhîd, 38) ve İbn Hibbân (bkz. el-İhsân, XIV, 34) gibi Hadis alimleri bu noktada diğerlerinden ayrılır. (Bu hadis hakkında geniş bilgi bkz. Çağdaş Dünyada İslamî Duruş, 144 vd.)

Esasen Ehl-i Tasavvuf dediğimiz kitle de tıpkı Ehl-i Hadis gibi homojen değildir. Bu iki ekole nisbet edildiği halde kimi itikadî konularda Ehl-i bid’at mezheplere kaymış olanlar mevcuttur. Bu bakımdan el-Kevserî merhumun da vukufiyetle belirttiği gibi, “Ehl-i Hadis”, “Ehl-i Tasavvuf” gibi kavramları son derece dikkatli bir şekilde kullanmak gerekir.

Netice-i kelam, temel itikadî kabullerde ortak olan bu üç zümrenin günümüzde yaşayan müntesiplerinin, aralarında ittifak ve vahdet sağlamak için alabildiğine geniş bir zemine sahip oldukları ve dahi bu zemini sağlamlaştırmaya her zamankinden daha fazla muhtaç bulundukları halde bunu sağlama yolunda gayret sarfetmiyorlarsa vebal altındadırlar.

Milli Gazete – 10 Eylül 2012