Ehl-i Necat-2

Ebubekir Sifil2008, Eylül 2008, Gazete Yazıları

Prof. Dr. Hayreddin Karaman hoca “necat meselesi”yle ilgili yazdıklarına epey tepki almış olmalı ki, konu hakkında üçüncü yazısını yazdı. Daha önceki yazılarında yer almayan hususlar maddeler halinde şöyle zikredilebilir:

  1. Hocanın yazdıklarını iyi niyetle tenkit edenler, yazdıklarının avamın kafasını karıştırabileceği endişesi taşıyormuş. Hoca, saygıyla karşılamakla birlikte bu endişelere katılmadığını söylemiş.

Hocanın –daha önce başkaları tarafından da dile getirildiği bilinen– bu iddiadan kimin ne şekilde etkileneceğini kestirmesi elbette mümkün değil. Dolayısıyla “Hiçbir mümin, “şu şartları taşıyan ehl-i kitap da cennete girebilir” diyen alimler varmış diye dinini (İslam’ı) terk etmez; çünkü İslam’ı terk etmek Son Peygamber’i inkar etmek manasına gelir” şeklinde kesin bir yargıda bulunmak hiçbir anlam ifade etmez.

Son temsilciliğini Karaman hocanın yaptığı işbu “Ehl-i Kitab’ın necatı” meselesini vaktiyle ateşli bir şekilde savunan Fazlur Rahman henüz vefat etmeden oğlunun hristiyanlığa geçtiği, hatta bu da yetmezmiş gibi papaz olduğu acı gerçeğini yaşamış birisidir. Bu durumu kabullenemeyip tepki gösterince oğlu, “Baba, bu üç dinin mensuplarının cennete gideceğini söyleyen sen değil miydin? Şimdi niçin benim hristiyanlığa geçmemi tepkiyle karşılıyorsun?” karşılığını vermiş. Henüz teyit edemediğim bu bilgi –eğer doğruysa– herkesin, özellikle Batı’da yaşayanların kulağına küpe olmalıdır.[1]Bu bilginin kaynağı, Pakistan Uluslararası İslam Üniversitesi’nin eski rektörü Prof. Dr. Mahmud Gazi’dir. Kendisi şu anda Katar’da bir üniversitede görev … Continue reading

Meselenin en az bunun kadar önemli bir diğer veçhesi de şudur: Hocanın, “İslam’ı terk etmek Son Peygamber’i inkar etmek manasına gelir” şeklindeki tesbiti, şu sorunun cevabı net bir şekilde verilmedikçe boşlukta kalmaya mahkûmdur: Son Peygamber’in (s.a.v) tebliğini kabul edip ona bağlanma mükellefiyetinin muhatabı kimlerdir?

Eğer Hoca ve onun gibi düşünenlerin dediği gibi Ehl-i Kitab’ın İslam’ı kabul edip Müslüman olma mükellefiyeti yok ise ve onlar Müslüman olmadıkları halde cennete gidebilecekler ise, bir müslümanın da onların konumuna intikal etmesi niçin mümkün olmasın? Bu mantığa göre bir müslümanın “Hz. Muhammed de bir peygamberdir, ama İsa’nın mesajı bana daha uygun geliyor” diyerek din değiştirip hristiyan olması pekala mümkün olabilir!!

  1. Hoca, “Yazdıklarım “Üç din birbirine eşittir, bir dine girmek isteyen hangisine girse olur” manasında değildir” diyor. Ama sonuç itibariyle bu üç dinin mensuplarının cennete gideceğini söylemek, mensuplarına kurtuluşu temin etmek bakımından bu üç dinin eşit olduğunu söylemekten farksızdır.
  2. Hz. Muhammed (s.a.v)’in peygamberliğine inanmakla birlikte O’nun tebliğinin kendisini bağlamadığını söylemek bir insanı kurtarır mı? Meselenin püf noktası burasıdır. Tarih boyunca Ehl-i Sünnet alimleri, müfessirleri, kelamcıları, müctehidleri bunun söz konusu olmayacağını söylemiş. Bunu da muhkem Kur’an ve Sünnet nasslarına dayandırmışlar. Ehl-i Sünnet –hatta sadece Ehl-i Sünnet değil, Sünnîsiyle bid’isiyle bütün İslam fırkaları– arasında bu konuda Sahabe döneminden beri oluşmuş bulunan görüş birliği, son asırlarda birkaç kişinin aksini söylemesinden etkilenip “tartışılabilir” hale dönüşmez.

Hoca’nın –önceleri tam aksi istikamette defalarca görüş beyin etmiş olmakla birlikte şimdi– ısrarla savunduğu bu mesele, gazete yazısı formatındaki beyanlarla geçiştirilmek yerine, üzerinde daha ciddi olarak durulmayı hak edecek ehemmiyettedir.

Milli Gazete – 1 Eylül 2008

Kaynakça/Dipnot

Kaynakça/Dipnot
1 Bu bilginin kaynağı, Pakistan Uluslararası İslam Üniversitesi’nin eski rektörü Prof. Dr. Mahmud Gazi’dir. Kendisi şu anda Katar’da bir üniversitede görev yapmaktadır. Yine Prof. Dr. Gazi’nin aktardığına göre, Fazlur Rahman, ömrünün son dönemlerinde Londra’da bir araya geldiklerinde kendisine, çok büyük hatalar yaptığını, oğlunun bu durumunun da bu hataların ürünü olduğunu söylemiş ve pişmanlık izhar etmiş. Bütün bu bilgiler, www.timeturk.com sitesinin editörü olan ve Rıhle dergisinin yazar kadrosunda bulunan muhterem Turan Kışlakçı’dan alınmıştır.