Ehl-i Kitab’ın Ecri

Ebubekir Sifil2007, Gazete Yazıları, Mart 2007

“Daha önce kendilerine Kitap verdiklerimiz buna (Kur’an’a) da inanırlar. Kur’an onlara okunduğu zaman, “Ona inandık, doğrusu o, Rabbimiz’den gelen gerçektir; biz şüphesiz daha önce müslüman olmuş kimseleriz” derler. İşte onlara, sabırlarından dolayı ecirleri iki kere verilir. Onlar kötülüğü iyilikle savarlar; kendilerine verdiğimiz rızıktan da infak ederler.” (28/el-Kasas, 52-4)

Ehl-i Kitab’a neden “iki kere ecir” verilir?

Hatta daha önce şu sorunun cevabını arayalım: Buradaki “Ehl-i Kitap” kimdir?

Ayetlerin ifadesinden anlaşılan odur ki, burada kastedilenler Ehl-i Kitab’ın tamamı olmayıp, nüzulünden önce haberdar oldukları Kur’an’a ve dolayısıyla Efendimiz (s.a.v)’e önceden iman etmiş olanlardır. Onlar, kendilerine gönderilen peygamberlere ve kitaplara iman edip, mükellef kılındıkları ahkâm ile amel ettikten sonra, o kitap ve peygamberler tarafından geleceği haber verilen Kur’an’a ve Efendimiz (s.a.v)’e de iman etmişlerdir.

Şu halde bu ayetlerin Efendimiz (s.a.v)’in bi’setinden (peygamber olarak gönderilmesinden) itibaren günümüze kadar gelmiş olan ve Kur’an’a ve Efendimiz (s.a.v)’e inanmayan Ehl-i Kitab’ı anlattığını söylemek bizzat ayetlerin mantuk ve mefhumuna aykırıdır!

“İki kere ecir” meselesine gelince;

Ehl-i Kitap, kendi peygamberleri ve kitapları vasıtasıyla muhatap kılındıkları ilahî ahkâm ile amel etmiş ve normal olarak bunun ecrini hak etmişlerdir. Efendimiz (s.a.v) peygamber olarak gönderilip de diğer kitapların ahkâmı Kur’an ile nesh edilince, Efendimiz (s.a.v)’e ve Kur’an’a iman etmek suretiyle Ümmet-i Muhammed olan Ehl-i Kitap (ki bu aşamada artık Ehl-i Kitap değil, mü’min, müslim, Ümmet-i Muhammed olmuşlardır), bu defa da Kur’an ahkâmıyla amel edecektir. Dolayısıyla iki ayrı ilahî şeriat ile amel ettikleri için ecirleri de iki kere verilecektir. Müfessirler’in beyanı da genellikle bu şekildedir. Vallahu a’lem.

Peki Ehl-i Kitab’ın Kur’an’a ve Efendimiz (s.a.v)’e iman etmeyenleri ne olacaktır? Onlar da ecir alacaklar mıdır? Efendimiz (s.a.v) ve Kur’an geldikten sonra iman etmeyenlerin durumu açık. Hz. İsa (a.s)’dan Efendimiz (s.a.v)’e gelene kadar arada geçen süre içinde yaşamış olan Ehl-i Kitab’ın durumuna gelince;

Efendimiz (s.a.v) şöyle buyurur: “Müslümanlar, Yahudiler ve Hristiyanlar’ın durumu bir adamın durumuna benzer. O adam bir topluluğu, geceye kadar çalışmaları için ücretli olarak tutmuştur. O topluluk, gün ortasına kadar çalışmış, daha sonra, “Bizim senin vereceğin ücrete ihtiyacımız yok; yaptığımız iş batıl” diyerek işi bırakmışlardır. Adam, “Yapmayın! Kalan işinizi tamamlayın ve ücretinizi tam olarak alın” demiş, ancak onlar kabul etmeyip işi terk etmişlerdir. Bunun üzerine adam, işi tamamlamaları için başka iki kişiyi tutmuş ve “Günün kalan kısmını tamamlayın; onlar için şart koştuğum ücreti size vereyim” demiştir. Onlar da ikindi vaktine kadar çalıştıktan sonra, “Çalıştığımız senin olsun; yaptığımız iş batıl; bize vereceğin ücret de senin olsun” demişlerdir. Adam, “Kalan işinizi tamamlayın. Günün bitmesine az bir şey kaldı” demiş, ancak onlar kabul etmemiştir. Bunun üzerine adam başka bir topluluğu tutmuş, onlar (diğerlerinin aksine) günün kalan kısmında , güneş batana kadar çalışmış ve (önceki) iki topluluğun ücretini tamam olarak almışlardır.”[1]el-Buhârî, “Mevâkît”, 16; “İcâre”, 11; İbn Hibbân, XVI, 201; Ebû Ya’lâ, XIII, 241. Aynı doğrultuda bir rivayet için bkz. el-Buhârî, “İcâre”, … Continue reading

Şu halde alacağı ücreti de, yaptığı işi de terk ederek görevinden istifa edenlerin zorla cennete sokulması beyhude tekellüften başka bir şey değildir.

Milli Gazete – 26 Mart 2007

Kaynakça/Dipnot

Kaynakça/Dipnot
1 el-Buhârî, “Mevâkît”, 16; “İcâre”, 11; İbn Hibbân, XVI, 201; Ebû Ya’lâ, XIII, 241. Aynı doğrultuda bir rivayet için bkz. el-Buhârî, “İcâre”, 8, 9.