Dinî Hükümlerin “İllet”i Ve “Hikmet”i-2

Ebubekir Sifil2006, Ekim 2006, Gazete Yazıları

Dünden devam.

İlk kategoriye giren hususların (namaz, oruç, hac…) “ta’lil edilmesi”, yani “münhasıran şu sebep, hikmet, gerekçe ve maslahat için emredilmişlerdir” tarzında noktasal tesbitlerin konusu yapılması mümkün ve doğru değildir. Bunlar hakkında olsa olsa neticelerine ve icra ediliş tarzlarına bakarak birtakım hikmetler tesbit edilebilir. Ancak bu hikmetleri onların biricik “illeti” kılmak yanlış olur.

Söz gelimi Kur’an’da “Namaz kötülük ve fuhşiyattan alıkoyar” (29/el-Ankebût, 45) buyurulmuştur. Bu, namazın hikmetlerinden, sonuçlarından birisidir ve fakat namazın farz kılınışının “illeti” değildir.

Aynı şey “zekât” için de söz konusudur. Kur’an’da, “Onların mallarından, kendilerini temizleyeceğin zekâtı al” (9/et-Tevbe, 103) buyurulmuş olması, zekâtın farz kılınışının illetinin “zenginleri veya mallarını temizlemek” olarak, yahut başka nasslara istinaden “fakirlere yardımcı olmak” olarak tesbit edilmesini doğrulamaz. Dolayısıyla bir kimse Allah Teala emrettiği için değil de, fakirlere yardımcı olmak için malının 40’ta 1’ini her sene aksatmadan “zekât” adı altında fakirlere verse, bu davranışı ile zekât mükellefiyetini yerine getirmiş olmaz.

Bunun sebebi, niyetteki arızadır. İslam’da “niyet”in önemi hakkında müstakil eserler kaleme alınmıştır ve günümüzde de bu temel bir ihtiyaçtır. Niyeti doğrultmadan yapılan hiçbir amel (niyete bağlı amelleri kastediyorum) makbul değildir.

Bu sebeple Efendimiz (s.a.v) “Mü’minin niyeti amelinden hayırlıdır” buyurmuştur. (Niyetin önemi konusundaki bir yazım için bkz. http://www.ebubekirsifil.com/index.php?sayfa=detay&tur=gazete&no=534)

Bu izahat ışığında sorularınıza aynı sırayla şöyle cevap verilebilir:

  1. Dinî emir ve hükümlerin hikmetlerinin araştırılması sakıncalı değildir.
  2. İnsanın, ibadetlerinin dünyevî etkilerini görmesi ve bu sebeple ibadetlerine daha bir önem vermesi başka şeydir, ibadetleri bu etkileri daha fazla görmek için yapması, yani niyetinde böyle bir kayma meydana gelmesi başka şeydir. Birincisi sakıncalı değilken, ikincisi (“niyet”teki arıza sebebiyle) yapılan işi “ibadet” olmaktan çıkarır.
  3. “İbadetlerin yararı” olarak tesbit edebileceğimiz hususlar (yukarıda da belirttiğim gibi) vardır. Ancak Din’i tebliğ ederken münhasıran ibadetlerin yararı üzerine bina edilmiş bir söylemin çok fazla işe yaramayacağı bilinmelidir. Zira amaç “erdemli insan” ise bunu farklı dinî öğretilerde de bulmak mümkündür. Hatta dinî inancı olmayanlar için dahi şöyle veya böyle “ahlak” diye bir şey vardır.

Şu halde ibadetlerin insana faydası, Din’in tebliği meyanında ancak ikinci, üçüncü derecede gündeme getirilmesi gereken bir husustur.

  1. İbadetlerin insanı yanlışlardan arındıran bir yönünün bulunduğunun kanıtlanması elbette İslam’a hizmet anlamına gelir. Ama bunu yaparken ibadeti ibadet yapan “öz”ü atlamamak gerekir.

Hasılı biz ibadeti “Allah Teala emrettiği için, O’nun rızasına ulaşmak için” yaparız. Kulluğun anlamı budur. Bu niyetle kulluk borcumuzu yerine getirirken, bunun tabii sonucu olarak da ibadetlerin hayatımızda çok yönlü etkileri, tezahürleri olur. Yanlış olan, ibadetleri bu sonuca ve tezahüre indirgemektir.

Milli Gazete – 9 Ekim 2006