“Nefis muhasebesi” diye bir kavram vardı bizim kültürümüzde. Modern zamanlarda günlük hayatımıza yön vermesi şöyle dursun, neredeyse hafızamızdaki lugatten bile silindi bu kavram; tıpkı hayatımızı anlamlı ve “ölçü”lü kılan diğer kardeşleri gibi…
Muhasebe yapabilmeniz için elinizde “şaşmaz bir ölçü”nün bulunması zorunludur. Eğer ölçüyü yitirmişseniz, ya da neyin ölçü olduğu konusunda bilincinizde bir netlik yoksa, muhasebeyi “neye göre” yapmanız gerektiği gibi “hayatî” bir problemle karşı karşıyasınız demektir. Adına “kimlik bunalımı” denen olgunun en somut tezahürlerinden birisini bu durum oluşturur.
“Nefis muhasebesi” kavramının hayatla içiçe olduğu zaman dilimlerinde “neyin neye göre” hesaba çekileceği konusunda herhangi bir sıkıntı yaşanmıyordu. Hatta böyle bir sorunun varlığı dahi bilinmezdi. Kavramların gerek iç dünyamızda ve bilincimizde, gerekse dış dünyamızda oluşturduğu etkin yansımalar, buradan bakınca hayal gücümüzü zorlayan ölçüde bir derinlik ve genişliğe sahipti.
Atın arabanın arkasına koşulduğu modern zamanlarda artık –diğerleri gibi– “nefis muhasebesi” kavramı da buharlaştı ve yerini bambaşka bir muhasebeye, “din muhasebesi”ne bıraktı. Atın arabayı çektiği dönemlerde din esas alınarak nefis hesaba çekildiği için adaletin, hakkaniyetin, ilmin, kültürün, medeniyetin ve “insanlığın” merkezi konumundaydık. Şimdilerde ise nefsi esas alarak dini hesaba çekiyoruz ve durumumuz ortada…
İnsan hayatını anlamlı ve özgün kılan, kavramlardır. İçi boşaltılan, yerinden oynatılan veya “tedavülden kaldırılan” her kavram, kendisiyle birlikte anlam bulan dünyayı da beraberinde hayatımızdan çekip alır.
Yaşadığımız dönemde “tarihsel” olanın tesbiti noktasından kaldılarak gelinen “din telakkisinin yeniden oluşturma” noktası bize, insanlık tarihinin en derin sapmalarından birini işaret ediyor. (Diyanet’in organizasyonunda düzenlenen İstişare Toplantısı’nda, sosyal değişimlerin “geleneksel” din anlayışlarını derinden etkilediğinin ifade edildiğini hatırlayın.) Bunda şaşılacak bir durum yok esasen. Zira birinciyi kabul ettiğinizde ikinciye varmanız kaçınılmazdır.
Artık sadece bir takım fetvaların yenilenmesi (!) değildir söz konusu olan; o meselelerin çözüm adresini teşkil eden Fıkh’ın da, onun beslendiği Kur’an ve Sünnet anlayışının da ve hatta Kur’an ve Sünnet’in bizzat kendilerinin de sorgulanması gündemdedir.
“Gelenek”e ait olan, ama büyük bir pervasızlık ve pragmatizmle gelişi güzel istismar edilen “maslahat”, “makasıd”, “kolaylık”… gibi ilkelerin, “dinin bazı yönlerini düne ait görme” eğilimini beslemekte birar vasıta olarak kullanılması sonucunda iş gelip, dini esas alarak nefsi hesaba çekmek yerine, nefsi esas alarak dini hesaba çekme noktasına dayanmıştır.
Sınırları, felsefî ve kültürel arka planı konusunda çok da net fikirlere sahip olunmadığı anlaşılan “tarihselcilik” macerası bizi, nefis muhasebesinin “gerekli” ya da “doğru” bir faaliyet olup olmadığının sıradan tartışma konusu yapılabileceği bir zemine doğru itiyor.
Öyle ya, nefsinizi hesaba çekerken esas aldığınız ölçülerin “doğru” luğundan nasıl emin olabilirsiniz? Ya bizzat o “ölçü”lerin hesaba çekilmesi gerekiyorsa?!…
4 Temmuz 2002 – Milli Gazete