DİB: Problemler, Çözümler, Yönelişler – 2

Ebubekir Sifil2005, Eylül 2005, Gazete Yazıları

Diyanet İşleri Başkanı Prof. Dr. Ali Bardakoğlu‘nun Zaman‘a verdiği mülakatta ifadeye konan hususlar (hutbe metinlerinin etkisizliği, cami dernekleri ile ilgili problemler, din hizmetlerini yürütenlerin toplumla ilişkisi, kadınların din hizmetlerinde daha etkin rol alması, ASAM’la yaşananlar… vs.) meselenin bir “kalite” ya da “seviye” meselesi olmadığını, mülakatta bahis konusu yapılan hemen her hususun devasa bir “yapısal” problemi işaret ettiğini görmezden gelmek mümkün değil.

Kur’an kursları üzerindeki operasyon henüz çok taze. Halkın dinî yaşantı çerçevesinde son derece masum ve tabii beklenti ve taleplerini “tehlike sinyali” olarak algılayan bir ruh hali söz konusu bu ülkede ve Başkan Bardakoğlu şu tesbiti yapıyor: “Din Diyanet’in işi değildir. Din hepimizin ortak değeri ve halletmesi gereken önemli bir hedefidir. Şu konumda olamayız: Ben devamlı dinin öneminden bahsedeceğim. Çocuklarımıza Allah’ı, Peygamber’i sevdirmenin, ahireti tanıtmanın ne kadar önemli olduğunu anlatacağım. İnsanlar buna direnecekler, “Yok, pek düşünmüyorum; ama senin hatırın için yapayım” diyecekler ben onları ikna etmeye çalışacağım şeklinde çekişme, pazarlık, ikna konusu olmamalı. Bu çok mahcup edici, rahatsız edici bir konumdur. Bizim insanları ikna etmeye çalışan değil, Türkiye’de din hayatını koordine eden, yanlışlar varsa onların yerine güzellerin gelmesini sağlayan bir rehberlik görevimizin olması lazım.”

Bu tesbite katılmamak mümkün değil; ancak şu soruyu sormanın da tam sırası: Bu ülkede dinî hayat “tepeden” tanzim edilirken, bu “mesele”nin tarafı, hatta muhatabı olan halkın görüş ve kanaatine değer verildiği, kulak asıldığı vaki midir?

Evet, bu sorunun muhatabı elbette sayın Başkan değil; ancak bir yandan dinî hayatın masa başı çalışmalarla yürütülemeyeceğinin, toplumsal realitenin de göz önünde bulundurulması gerektiğinin altı çizilirken, diğer yandan söz gelimi kadınla ilgili hususlar bağlamında “dingelenek ayrımı“nın –yer yer sınırlarını zorlayacak ölçüde– üzerine “abanılması”nın nasıl bir “toplumsal taleb”in karşılığı olduğunu düşünmeden de edemiyor insan! Yeni yönetimin en temel politikası olan “değişim“in kendisini en fazla hissettirdiği alan olduğu için örneği oradan seçtim. Yoksa “değişim” konusundaki azim ve kararlılık Diyanet‘in hemen her icraatında kendisini hissettiriyor…

Esasen “toplumsal talep” ile dinî hayatın tanzimi arasındaki ilişkinin nerede başlayıp nerede bittiğinin tesbiti de konuşulması gerekenler arasında yer alıyor. Sayın Başkan‘ın, “kadının imamlığı” konusundaki bir soruya verdiği cevap bu noktada oldukça düşündürücü: “İmam ve müezzinlerin tamamı erkektir. Bu toplumun dinî geleneği ile alakalı bir husus. O konuda bir değişim olacağını zannetmiyorum. Yani toplumun bayan imamların arkasında namaz kılma gibi bir talebinin ileride de olacağını düşünmüyorum.”

Diyelim ki Prof. Dr. Bardakoğlu bu öngörüsünde yanıldı ve camilerde yerli Amina Wadud‘lar görmek isteyen kadın dernekleri, arkalarına modernist/reformist kimi akademisyenleri de alarak Diyanet‘in kapısını çaldılar bu “toplumsal taleb”i iletmek üzere. Ne olacak?..

Mülakatın genelinden çıkardığım sonuç şu: Yeni dönemde Diyanet, artık “devlet politikası” haline ge-tiri-lmiş olmasının sağladığı rahatlık içinde dinî sahada “değişim” diyor. Modernite‘nin bu en temel itikat ilkesini hayata geçirirken toplumun nabzını tutmaya özen göstermeyi de ihmal etmiyor.

Milli Gazete – 25 Eylül 2005