Cevap

Ebubekir Sifil2002, Aralık 2002, Gazete Yazıları, Konularına Göre, Şahışlar

 

Bir önceki yazıda Celaleddin Alioğlu’nun ileri sürdüğü hususları, aynı sıralama içinde cevaplandıracağım:

1-2. Alioğlu’nun, Benû Zühre’nin de tıpkı Benû Hâşim, Benû Ümeyye, Benû Mahzum, Benû Esed… gibi Kureyş kabilesinin kollarından biri –dolayısıyla Sa’d b. Mâlik b. Üheyb (veya Vüheyb)’in de Benû Zühre’den olmakla Kuraşî– olduğu gerçeğinden habersiz olduğunu ifşa eden sözleri, kendisi adına tam bir talihsizliktir. Benû Zühre Kureyş’in bir kolu olduğu ve Hz. Ömer (r.a), bu kabileye mensup olan Sa’d (r.a)’ı (hatta aynı kabileden olan Abdurrahman b. Avf’ı da) 6 kişilik hilafet komisyonuna atamasıyla ne hilafetin Kureyş’te olduğunu bildiren hadisin uydurma olduğu, ne benim bu dini Hz. Ömer (r.a)’den daha iyi bildiğim iddiası, ne de Hz. Ömer (r.a) bu hadise muhalefet ettiği ispatlanabilir. Yanlışlık, Alioğlu’nun temelsiz yaklaşımındadır.

  1. Sakife günü Ensar ve Muhacirun’un 4/en-Nisâ 59. ayeti ile amel ettiğini nakleden bir kaynaktan haberdar değilim. Böyle bir şeyin vaki olduğunu kabul etsek bile, “Ey iman edenler! Allah’a itaat edin; Peygamber’e ve sizden olan emir sahiplerine de itaat edin…” mealindeki bu ayetin hükmü umumîdir. Burada geçen “emir sahipleri”nden kastın Muhacirun olduğunu gösteren “tahsis edici” ayet nerededir?
  2. Allah yolunda cihadın 8/el-Enfal, 74. ayetinde Muhacirun’un özelliği olarak zikredilmiş olması, başkalarının cihad etmediğini/etmeyeceğini göstermez. Vakıanın teyid ettiği de budur. Esasen “Muhacirun’un vasfı olan cihad, halifenin de temel görevlerinden olduğu için halifenin Muhacirun’dan olması gerekir” şeklindeki önerme, Sakife günü –yine bildiğim kadarıyla– ne Ensar, ne de Muhacirun tarafından dile getirilmiştir. Bir diğer deyişle; Sakife günü ne Ensar’dan ne de Muhacirun’dan, cihadı sadece Muhacirun’a mahsus bir özellik olarak gören ve buradan hareketle hilafetin de “cihad eden tek zümre” olduğu gerekçesiyle Muhacirun’un hakkı olduğunu ileri süren birisinin varlığını ispatlamak Alioğlu’nun boynunda sıkıntılı bir yüktür. Üstelik hilafetin ister Kureyş’te, isterse Muhacirun’da olduğu söylensin, Kureyş’in bir kolu olduğu için Benû Ümeyye her iki kategoriye de otomatik olarak gireceği için “Emeviler’in saptırmasına bigayri hakkın arka çıkıyorsunuz” ithamı Alioğlu’nun kendisine de yönelecektir! (Hilafet komisyonundaki Hz. Osman (r.a) da Benû Ümeyye’dendir.)
  3. “Hz. Ebû Bekr (r.a) Sakife günü Ensar’a hitaben “Bizler emirleriz (sizler se vezirler/yardımcılarsınız)” demekle Muhacirun ve Ensar’ı kasdetmiştir” sözü doğrudur. Ancak Hz. Ebû Bekr (r.a)’in, “Muhacirun” ve “Kureyş” kelimelerini adeta aynı anlamda kullandığını gösteren ve Kureyş’in Arap kabileleri arasındaki güç ve saygınlığını vurgulayan o günkü konuşmaları ortadayken ve dahi Kureyş, genel olarak Muhacirun arasında da ağırlıklı bir yer işgal ediyorken, Kureyş’in bu bağlamdan çıkarılmasının ne naklî, ne de mantıkî herhangi bir gerekçesi vardır!
  4. Kur’an’a muhalefet ettiğim iddiasına gelince, sanıyorum Alioğlu’nun kasdettiği, 4/en-Nisâ, 159’daki zamirlerin Hz. İsa (a.s)’a gittiğinin kabul edilmesiyle ortaya çıkan anlamdır. Bu durumda ayetin, Hz. İsa (a.s) kıyamete yakın yeryüzüne indiğinde o anda mevcut Ehl-i Kitab’ın, o ölmeden önce kendisine iman edeceğini anlattığı söylenmiş olmaktadır. Bana göre ayetin bu şekilde anlaşılmasını intaç eden lugavî ve naklî gerekçeler, en az ayetin, Ehl-i Kitab’a mensup her bir ferdin, kendisine “ölüm geldiği sırada” Hz. İsa (a.s)’a iman edeceğini anlattığını söyleyenlerin gerekçeleri kadar güçlüdür. (Modern Fetvalar Çağdaş Hurafeler-I‘e (81 vd.) bakılabilir.)

Her şeye rağmen Alioğlu’nu gayret-i diniyyesi dolayısıyla kutluyor, iddialarını “sağlam” temellere dayandırmasını tavsiye ediyor ve “meşru” gerekçelere dayanan ihtilafların itham vesilesi yapılmaması gerektiğini hatırlatma ihtiyacı hissediyorum.

Milli Gazete – 19 Aralık 2002