Bir ilahî Kitab’a sadece “varis” olmanın, insanın kurtuluşu için yeterli olmadığı, İslam öncesi dinlerin tecrübesiyle sabit iken, “içimiz”den Kur’an dışında başka kaynak tanımamaya azmetmiş olanların, Ehl-i Kitab’ın girdiği keler deliğine meftun olması “hamakatin zirvesi” olarak tavsif edilse yeridir.
Teslimiyet olmaksızın Kur’an’ın sadece bir “metin” olarak algılanmasıyla başlıyor bu macera. Arkasından, “Kur’an korunmuştur/korunacaktır, ama Sünnet için böyle bir garanti yok” ile devam ediyor. Son aşama olarak “tarihsellik” servise konuyor ve böylece arzu edilen vasata ulaşılmış oluyor. Bu arada Mu’tezile’nin akılcılığı, Ebû Hanîfe’nin “serbest yorumculuğu”(!) ve eş-Şâtıbî’nin “teleolojik” yaklaşımı(!) da birer “payanda” olarak iş görmüyor değil; ama bu yazıda payandalar üzerinde durmayacağım.
Burada, Kur’an’ın korunmuşluğunun öne çıkartılmasının, tarihselci söylemin tervici açısından ne türlü bir fayda hasıl edeceği sorusu da anlamlı olmakla birlikte bu yazı bu soruyla da iştigal etmeyecek.
Esas soru şu: Tarihsellik tezini benimseyenler için Kur’an niçin “kaynak” olsun? İçerdiği somut hükümlerin tarihsel olduğu ileri sürülen bir Kitab’ın, insanlığın ortak değerleri(!) olan adalet, doğruluk, yardımlaşma… gibi hususları da ihtiva ediyor olması ona ne gibi bir ayrıcalık sağlayabilir ki?
Efendimiz (s.a.v) birgün Sahabe’ye bir mesele anlatırken başını gökyüzüne kaldırır ve bir süre öylece durduktan sonra şöyle buyurur: “İşte bu söylediklerim, ilmin ortadan kalktığı zaman olacaktır.” Orada bulunanlardan birisinin, “ilmin ortadan kalkması”na şaşırarak, “Ey Allah’ın Resulü! Bizler, çocuklarımız, kadınlarımız ve bizden sonra gelecek nesiller kıyamete kadar Kur’an’ı okuyup duracağımız halde ilim nasıl ortadan kalkar?” diye sorması üzerine şöyle buyurur: “Tevrat ve İncil Yahudiler’in ve Hristiyanlar’ın ellerinde olduğu halde onlara herhangi bir fayda sağladı mı?”
et-Tirmizî (İlim, 5), İbn Mâce (Fiten, 26), et-Taberânî (el-Mu’cemu’l-Kebîr, XXII, 137-8) ve ed-Dârimî (Mukaddime., 26) tarafından değişik lafızlarla rivayet edilen bu hadisin bütün varyantlarındaki ortak vurgu, Tevrat ve İncil’in Ehl-i Kitab’a herhangi bir fayda sağlamadığı noktasınadır.
Burada Yahudi ve Hristiyanlar’ın Tevrat ve İncil’den müstefid olamaması hakkında “onlar bu kitapları tahrif ettiği için böyle olmuştur” gibi bir savunmaya yeltenerek, “ama Kur’an tahriften masundur” demek, Kur’an’ın somut hüküm getiren ayetlerinin tarihsel olduğunu söyleyenler için tam bir tutarsızlıktır! Çünkü Kur’an’ın çağdaş anlayışa uymayan ayetlerinin tarihsel olduğunun söylenmesi, doğrudan Kur’an’ı tahrife yönelik bir çabanın ürünüdür. Onların Kur’an’ın tahrifi ithamına verecekleri her cevap, Ehl-i Kitab’ın kendi kitaplarını tahrif ithamına vereceği cevabın aynısı olacaktır. Şu farkla ki, Ehl-i Kitap, kendi kitaplarının “lafızlarını” tahrif etmişlerdir; “bizimkiler” ise “anlamın” tahrifi üzerinde bilimsel mesai sarfediyor!
13 Ağustos 2002 – Milli Gazete