Bid’at Konusunda Bir Tavzih-3

Ebubekir Sifil2006, Aralık 2006, Gazete Yazıları

Pazartesi günkü yazıda “bid’at-ı hasene-bid’at-ı seyyie” taksimi konusunda İzzuddîn b. Abdisselâm’ın görüşünü zikretmiş ve verdiği örnekleri kısaca aktarmıştım.[1]el-Karâfî’nin adının başına gelmesi gereken “Malikî mezhebine mensup” ifadesi o yazıda yanlışlıkla İbn Abdisselam’ın adının başına gelmiş. İbn Abdisselâm … Continue reading Bu yazıda da el-Karâfî’nin konu hakkındaki tavrını kısaca görelim:

O, el-Furûk’ta[2]IV, 202 vd. bid’atin, vacip, haram, mendup, mekruh ve mübah olmak üzere 5 kısma ayrılarak ele alınması gerektiğini belirtir ve bu kısımlara misaller zikreder. Sırasıyla Kur’an’ın Mushaf halinde toplanması ve dinî hükümlerin tedvini “vacip” (farz), ticaret erbabından fazladan vergi (bâc, gümrük… vb.) almak, cahillerin ve naehil kimselerin yönetici/amir kılınması “haram”, Teravih namazı(nın tek imam arkasında kılınması) “mendup”, bazı günlere mahsus ibadetler ihdası “mekruh”, unu eleyerek kullanmak da “mübah” bid’atin örnekleridir.

el-Karâfî’nin, özellikle “mekruh bid’at” kategorisi üzerinde dururken dikkat çektiği bir nokta var ki, konumuz bakımından son derece önemli: Mendup bir ameli, olduğundan farklı bir şekilde işlemek de mekruh bid’attir. Zira böyle yapıldığında halk, değiştirilerek işlenen şeklin, o amelin aslı olduğu düşüncesine kapılabilir. Mesela namazların arkasından çekilmesi tavsiye buyurulan tesbihatın sayısı 33’erden 99 olduğu halde, bunun 100’e çıkarılması halinde avam bunun aslının 100 olduğunu zannedebilir. Vacip üzerine ziyadede bulunmak ise haramdır. Bu cümleden olarak İmam Mâlik’in, Şevval orucunun Ramazan’ın hemen arkasından tutulmasını onaylamaması, bu orucun Ramazan’dan sayılması gibi bir yanlışlığa meydan vermemek içindir. Keza Hz. Ömer (r.a)’in, farz namazdan hemen sonra, hiç ara vermeden sünnet kılmaya kalkan birisini bundan men etmesi de bir diğer önemli örnektir. Ki Efendimiz (s.a.v) “Senin bu davranışınla Allah bir hakkı ortaya çıkardı ey Hattab’ın oğlu” buyurmak suretiyle onun bu davranışını takrir etmiştir.[3]Ebû Dâvûd, “Salât”, 188; el-Hâkim, el-Müstedrek, I, 403; et-Taberânî, el-Mu’cemu’l-Kebîr, XXII, 284. Hz. Ömer (r.a)’in bu davranışı, farz ile nafilenin birbiri peşinden yapılması sebebiyle zaman içinde nafilenin farz olarak telakki ve ona ilave edilmesi endişesine mebnidir.

Ebû İshak eş-Şâtıbî, gerek bir önceki yazıda İzzuddîn b. Abdisselâm’dan, gerekse burada el-Karâfî’den özetleyerek aktardığım hususlara eleştiriler yöneltmiştir ki, özeti şudur: Zikredilen örneklerin bir kısmı ihtiyat, bir kısmı mesalih-i mürsele kabilindendir. Bir kısmı Sahabe döneminde mevcut bulunduğu için bid’at değildir. Bir kısmı ise bid’at, dolayısıyla dalalettir ki bunların vacip bid’at, mübah bid’at… vb. tarzında isimlendirilmesi doğru değildir. Nihayet zikredilen örneklerden belli bir bölümü de taabbudî özellikte değildir; dolayısıyla bunların bid’at olup olmadığını tartışmak yersizdir.[4]el-İ’tisâm, I, 141 vd.

eş-Şâtıbî’nin, hayli uzun olduğu için buraya alamayacağım ifadelerinde dikkat çeken nokta, aslında terminoloji farklılığı olarak tesbit edilebilecek kimi hususlarda ısrarla kendi benimsediği terminoloji savunma yapması ve kimi meselelerin aslını Sahabe dönemine kadar götürerek bid’at olduğu tezini çürütme yoluna gitmesi. Elbette fazla vergi alınması, medrese yapımı, unu eleyerek kullanma vb. gibi taabbudî olmadığı için vacip veya mendup bid’at kategorisine örnek olarak zikredilmesi doğru olmayan hususlara itirazının yerinde olduğunu belirtmemiz gerekiyor.

Bir sonraki yazıda bu meseleyi noktalayalım.

Not:

Bayramların “bayram” gibi kutlanacağı zamanlara ulaşmamıza vesile olması dileğiyle bütün İslam aleminin Kurban bayramı mübarek olsun.

 Milli Gazete – 30 Aralık 2006

Kaynakça/Dipnot

Kaynakça/Dipnot
1 el-Karâfî’nin adının başına gelmesi gereken “Malikî mezhebine mensup” ifadesi o yazıda yanlışlıkla İbn Abdisselam’ın adının başına gelmiş. İbn Abdisselâm Şafiî mezhebine mensuptur. Düzeltirim.
2 IV, 202 vd.
3 Ebû Dâvûd, “Salât”, 188; el-Hâkim, el-Müstedrek, I, 403; et-Taberânî, el-Mu’cemu’l-Kebîr, XXII, 284.
4 el-İ’tisâm, I, 141 vd.