Bazı Usul Meseleleri-2

Ebubekir Sifil2004, Gazete Yazıları, Ocak 2004

Bir önceki yazıda 1. maddede naklettiğim soruyla başlayalım. Hemen belirteyim ki, soruyla ilgili olarak burada ağırlık vereceğim husus, Usul ile ilgili boyuttur. Yoksa belli bir kimyasal dönüşümden sonra sarhoşluk verme özelliği kazanan boza veya başka herhangi bir içeceğin, bu dönüşümden önceki haliyle haram sayılamayacağı açıktır.

Osmanlı zamanında böyle bir yasaklama uygulaması olmuşsa, bunu “istihsan” prensibiyle açıklamak mümkündür. eş-Şâtıbî, İmam Ebû Hanîfe‘yi de “sedd-i zerayi” prensibini benimseyenler arasında zikreder ki, “istihsan“ın geniş anlam çerçevesi içinde “sedd-i zerayi” ile örtüşen bir boyut bulunduğu dikkate alındığında bunun isabetsiz olduğunu söyleyemeyiz..

Her hal-u kârda burada mesele “maslahat-mefsedet” bahsine taalluk etmektedir. Yani birçok alt başlığı ile “celb-i menafi’/mesalih ve def’i mefasid” gündeme gelmiş demektir. Ancak burada, eş-Şâtıbî‘nin “zerayi” prensibini işletirken, “fiillerin sonucunu dikkate almak şer’an muteber ve maksuddur” tesbiti üzerinden gidersek şunu söylememiz gerekiyor: Zerayi’ üzerine bina edilen hükümler “diyanî” değil, “kazaî”dir.

Hatırlanacağı gibi daha önce bu ayrımın mahiyeti üzerinde bir miktar durmuştuk. Hükümlerin “diyanî” ve “kazaî” tarzındaki kategorizasyonu, günümüzde İslam Hukuku sahasında çalışanların ilgisini yeterince çekmemiş bir mesele olarak tebarüz etmiş olsa da –”boza” meselesinde olduğu gibi– ahkâmın temelini oluşturan bu nokta dikkate alınmadan birçok mesele hakkında yapılan açıklama yetersiz kalmaya devam edecektir.

Söz konusu ayrımı “boza yasağı”na uygulayacak olursak şunu söyleyebiliriz: Boza imali ve kullanımı “indellah”ta haram değildir; eğer soruda anlatılan yasak gerçekten varit olmuş ise, bu, fiilin neticesine bakılarak verilmiş “kazaî” bir hükümdür; şahsi hayatında içkiye dönüştürülmemiş haliyle boza üretip kullananların “haram” bir fiil işlemekle ithamını gerektirmez.

Bir önceki yazıda 2. maddede zikrettiğim soruya (“bazı haramların –”tahkiku’l-menat” gibi delalet yolları vasıtasıyla “esnetilip çeşitlendirilmesi”)– gelince, bu önemli soruyu maddeler halinde cevaplandırmaya çalışayım:

  1. “Bir şeyin harama götürücü olduğu fikri nasıl teşekkül eder?”

Hemen belirteyim ki, bu sorunun cevabı, sadece soru sahibinin zikrettiği gibi “yerleşik bilgi ve kabullere (örfe), sahsî veya kolektif tecrübe ve birikimlere, kültüre ve genel telkin ve propagandaya göre” verilmez. Bunu tesbit etmenin iki temel yolu vardır:

  1. Fiilin ne maksatla işlendiğine bakmak. Eğer elimizde, herhangi bir fiilin kötü niyetle işlendiğine delalet eden bir karine varsa, yapılan iş formel olarak sahih ve geçerli dahi olsa, kendisiyle haram/memnu bir netice arzu edildiği için o fiil yasaklanabilir. Yukarıda geçen “boza” örneği yanında, birçok alış-veriş çeşidinin meşru yoldan kazanç elde etmek maksadıyla yapılmayıp, faizli muamelelere alet edilmesinin yaygınlık kazanması da böyledir. Her ne kadar burada işin içine “zann” giriyor ve bu türlü muamelelerde bulunanların niyetleri noktasında ortaya “kat’î/munzabıt” bir ilke koymak mümkün olmuyorsa da, burada “ihtiyat“la hareket etme söz konusudur ki, bir şeyin çokça meydana gelmesi, hakkında en azından “zann-ı galip” sahibi olmamız için yeterli bir sebeptir. Zann-ı galip üzerine ahkâm bina edileceği ise malumdur.
  2. Fiilin sonucuna bakmak. Eğer fiil bir mefsedete yol açıyorsa, işlenmesi yasaklanır. Müşriklerin yanında ilahlarına sövmeyi –onların da karşılık verebileceği gerekçesiyle– yasaklayan 6/el-En’âm, 108. ayeti buna örnektir. İşlenen fiil, aslı itibariyle haram/mezmum olmasa bile, yapılış tarzı ve yol açtığı sonuç itibariyle bir mefsedet ortaya çıkarıyorsa yasaklanır.

Burada meseleyi bir kaide altında toplamak gerekirse şöyle diyebiliriz: “Zarurat-ı diniyye” dediğimiz hususlardan herhangi birisinin zayi olmasına sebebiyet veren fiillerin işlenmesi haramdır. Bir diğer ifadeyle, herhangi bir fiil, dinin, aklın, neslin, malın ve canın masuniyeti ilkesine halel getirici bir niyetle işleniyor veya böyle bir sonuca yol açıyorsa haramdır, yasaklanır. Bunu tesbit etmenin yolu kimi zaman nass, kimi zaman da uygulamaya dayalı zann-ı galip hasıl eden istikra veya öngörüdür.

  1. “Bir şeyin harama götürücü olduğunu benimsediğimde o şey hakkında o şey sonuç doğurmadan bir karara varmış oluyorum. (…) Bu durumda aslında/sonuçta zanni olan bir mülahaza ile nasıl kat’i bir hükme varabilirim?”

Sorunun bu bölümüyle ilgili olarak yukarıda söylenenlere burada şunu ekleyebiliriz: “Harama götürücü” olduğu için haram sayılan hususlar “li zatihî” değil, “li gayrihî” haramdır. Bu türlü fiiller aslen haram olmamakla birlikte, belli bir maksatla veya belli bir sonuca yol açacak şekilde işlendiğinde (yani “arızî” bir sebeple) haram hükmüne girer.

Öte yandan harama yol açıp açmayacağı, her bir fiil için önceden düşünüp taşınmak suretiyle kestirilerek tesbit edilmez. Burada yapılması gereken şey, “ilke”yi vaz etmektir ki o da şudur: Herhangi bir fiilin harama ulaşmak için veya harama yol açacak şekilde işlenmesi haramdır. Bundan sonrası bireyin kendisiyle Allah Teala arasındadır. Bu tür bir fiilin işlenmesi toplumda yaygınlık kazanırsa, yazının başında 1. maddede ifade etmeye çalıştığım durum devreye girer.

Menatu’l-ille” konusunu bir sonraki yazıda ele alacağım.

Milli Gazete – 24 Ocak 2004