Allah’ın Varlığına İnanmak Yeterli Mi?

Ebubekir Sifil2004, Gazete Yazıları, Nisan 2004

Fethullah Gülen hocayla yapılan röportajın yankıları devam ediyor. Üsame b. Ladin‘in “dünyada en sevmediği insanlardan bir tanesi” olduğunu söylerken onu ortaya çıkaran şartların hazırlayıcıları hakkında susmayı tercih eden, bir arkadaşına İsrailliler tarafından teklif edilen “barış komisyonu” yönetim kurulu üyeliği teklifine Filistinli bir silah tüccarının mani olduğunu söyleyerek barışı Filistinliler‘in baltaladığını dolaylı yoldan ifade eden Hocaefendi daha başka şeyler de söylüyor. Ancak bugün onun söyledikleri üzerinde değil, onun söyledikleri üzerine yapılan bir yorum üzerinde durmayı tercih edeceğim.

Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi öğretim üyesi Prof. Dr. Bekir Karlığa, Hürriyet‘e verdiği mülakatta aynen şöyle demiş:

“İslam’ın temel anlayışı, Allah’ın varlığı ve birliğine dayanır. Birliği konusunda değişik spekülasyonlar olsa da, varlığını kabul ettikten sonra, gerisi üzerinde fazla durmaz İslam. Hatta, Allah’ın varlığından da öte, Hz. Peygamber’i kabul etmeyenlere bile hoşgörülü davranır. Nitekim bir hadiste, ‘Allah’tan başka ilah yoktur diyenler cennete girecektir’ denilir. Bu hadisten dolayı İslam bilginleri Hıristiyanların, Yahudilerin, Zerdüştilerin, hatta Budist gibi herhangi bir şekilde bir tanrıya inananların cennete gireceklerini kabul ederler. Halbuki, Kuran tanrıtanımazlığa karşı derin bir hassasiyet göstermektedir. (…). Her çağ, dini metinleri kendisine göre yorumlama yetkisine ve imkânına sahiptir…”

Prof. Dr. Karlığa‘nın sözlerinden anlaşılan şu:

  1. Allah‘ın varlığını kabul etmekle birlikte, O’nun yanında başka ilahların varlığına da inanarak “şirk“e düşmüş olmak İslam’ın ehemmiyet verdiği bir husus değildir.

Hoca bunu söylerken “Muhakkak ki Allah, kendisine şirk koşulmasını bağışlamaz. Bunun dununda olanları dilediği kimse için bağışlar” (4/en-Nisâ, 48) ayetinin varlığından ve dahi “müşrik“te de “Allah inancı” bulunmakla birlikte, bu inancın “şirk“e bulandığı için muteber olmayacağından elbette habersiz değildir.

Öyleyse Kur’an‘ın ve Hz. Peygamber (s.a.v)’in ilk ve en önemli mücadelesinin müşriklere karşı verilmiş olmasını, yukarıdaki paragrafın devamında yer alan, “Her çağ, dini metinleri kendisine göre yorumlama yetkisine ve imkânına sahiptir” yargısında aramak durumundayız. Yani demek ki Kur’an‘ın temel hedefi olan “şirkle mücadele” ile ilgili ayetler bu çağın “kendisine göre” yorumuna tabi tutulduğunda tersyüz edilebilecektir!!!

  1. İslam‘ın, Hz. Peygamber (s.a.v)’in peygamberliğini tanımayanlara hoşgörülü davranması, onların da cennete buyur edileceği anlamına geliyor Hoca‘ya göre. İşte burada işler birbirine iyice karışıyor. Benim Hoca‘nın yukarıdaki paragrafından anladığım şu: Allah‘a şirk koşanlar cennete gideceği gibi, Hz. Peygamber (s.a.v)’e inanmayanlar da cennete gidecektir.

Meseleyi böyle “cımbızlama” yöntemiyle ele alacak olursak Hoca‘nın fena halde yanıldığını söylemek durumunda kalacağız. Zira Kur’an, ebedî kurtuluş için ne Allah, ne de Peygamber inancı arar ve şöyle der: “O gün ne mal fayda verir, ne de evlatlar. Ancak Allah’a selim bir kalp ile gelen müstesna.” (26/eş-Şu’arâ, 87)

Öyleyse Karlığa hoca’nın “İslam’ın temel anlayışı, Allah’ın varlığı ve birliğine dayanır” demesinin herhangi bir kıymet-i harbiyesi yoktur. Bu durumda birisi kalkıp da, bu ayete dayanarak “Din taassubuna gerek yok; İslam‘a göre de her kim kalbi temiz olarak Allah‘a kavuşursa paçayı kurtarmış demektir” iddiasını dillendirecek olursa kim ne diyebilir?

İşin bu kısmı bir yana, yukarıdaki paragrafta benim anlamadığım bir nokta var: Hristiyanlar‘ın, Yahudiler‘in, Zerdüştîler‘in, hatta Budistler gibi herhangi bir şekilde bir tanrıya inananların cennete gireceklerini kabul eden, aklını peynir ekmekle yemiş bu “İslam bilginleri” kim ola ki?!

Milli Gazete – 20 Nisan 2004