Akıntıya Yürek Çekmek

Ebubekir Sifil2004, Gazete Yazıları, Mart 2004

Kur’an‘ın birçok ayetinde –başka ayetlerde zikredilen diğer temel inanç umdeleri zikredilmeksizin– söz gelimi sadece Allah‘a, veya Allah’a ve ahiret gününe imandan söz edilmesinin birçok çağdaş “müfessir” için “mezillet” (ayakların kaydığı yer) oluşturduğunu ibretle görüyoruz. Oysa bu gibi yerlerde “zikru’l-cüz’ iradetu’l-küll” (parça zikredilerek bütünün kast edilmesi) söz konusudur. Kur’an‘ın tümü üzerinde gerçekleştirilecek bir istikra (tümevarım) faaliyeti bunun böyle olduğunu başka delile ihtiyaç bırakmayacak tarzda ortaya koyar…

Modern İslam anlayışının “amentü”sünde en merkezî yeri tutan “değişime iman” ilkesi bir kez kabul edildi mi, yokuş aşağı inmekte olan kamyonun freni boşalmış demektir. Bu itibarla “Değişim ilkesi kabul edilirse bu faaliyet hiçbir şeyle sınırlandırılamaz…” demek suretiyle son derece büyük bir dürüstlük örneği veren Fazlur Rahman‘ın hakkını teslim etmek durumundayız…

Sarığın önemli olmadığının veya mayonun tesettür yerini tutabileceğinin söylenmesi tek başına önemli olmayabilir; ama değişimle yatıp değişimle kalkan bir toplum söz konusu ise, asıl görülmesi gereken, bu jargonu besleyen arka plandır. Yani bu “parça” konuların arkasında bulunan ve asıl muradı oluşturan “bütün”ü fark etmek durumundayız.

Vizontele‘yi görmüşsünüzdür. Ücra Anadolu kasabasına ilk kez televizyon alıcısı gelmiştir. Belediye başkanı, hayranlıkla seyrettiği bu “harika”ya durmadan itiraz eden eşini ikna için “dünyayı ayağımıza getirecek” der. Kadın, karşılık olarak tek kelimelik bir soru sorar: “Sebep?”

“Reis bey”in cevabı, toplumun bilinç altına çöreklenmiş mankurtluğun yansıması olduğu için kadının o çarpıcı cevap-sorusu izleyicinin kulağına bile gir-e-meden anlamsız bir şekilde boşlukta kalır…

Aynı cevap-soruyu “değişim“e iman etmiş olanlara yönelttiğinizde alacağınız cevap “Reis bey”in verdiğinin aynısı olacaktır. Aşağı yukarı şöyle bir şey: Çünkü bütün dünya değişiyor!

“Sahici bir din”e iman etmiş hiçbir birey, tarihin hiçbir safhasında hakkı (hakikati) batıla, sahiciyi sahteye ve gerçeği yalana böylesine aymaz bir şekilde satmamıştır.

Bu son kelimeyi, argoya doğru tarz değiştirerek kullandığımı sanmayın. Burada gerçek anlamda bir “satmak“tan söz ediyorum. “Değişim” temelli retoriği benimseyenler açıkça dile getirme dürüstlüğünü ve cesaretini gösteremeseler de, ülkemizde –ve genelde İslam dünyasında– görülen kitlesel değişim taleplerinin temelinde dinî, felsefî, ahlakî, yani “ciddi” bir kaygı ve çaba bulamazsınız. Bütün şamata konforu ve etiketi yükseltmek içindir; yani “ekonomi” için. Ha, bir de “adam yerine konma kaygısı” var ki, zilletin katmerlisi…

Bir taraftan inkârcıların çoğunun iman etmeyeceğini bildiren bir Kitab‘ın mü’mini olduğunu söylerken, diğer taraftan bu çoğunluk arasında –eşik önünde de olsa– bir yer bulabilmek için mutlak hakikati “kurtulunması gereken bir ar” telakkisiyle fırlatıp atmanın yollarını arayan bu tavır tam da peygamber gönderilesi kavimlerin durumunu andırıyor. Dejenerasyon süreci binyıllardır aynı tarzda işliyor…

Değişim” sloganıyla esen Batılılaşma rüzgârının önünde Cebriye‘nin “kuru yaprağı” gibi savrulmanın adı “çağdaşlık” olsa da, sosyolojide Darwinci, ekonomide Marxist bir “çok doğrulu kırılma”yla karşı karşıya olduğumuz açık. Kimileri bu savrulmaya “Neo İ’tizal” demeyi tercih etse de, en azından Tabiiyyun, Dehriyyun, Zenadıka, Ehl-i Kitap… gibi gruplara karşı Tevhid‘i savunmak için verdikleri fikrî mücadele hatırına ben burada Mu’tezile‘yi tenzih etmek gerektiğini düşünüyorum…

Büyük Ortadoğu projesi“nin servise konduğu şu günlerde dünyayı önüne katmış sürükleyen bu “seyl-i huruşan” karşısında akıntıya kürek çekmek beyhude bir çabadan başka bir anlam ifade etmeyecektir. Hakikatin temsilcileri, bu akıntıya karşı “yürek” çekmek zorundadır.

Milli Gazete – 11 Mart 2004