Ocak ayının sonlarında “Bazı Usul Meseleleri” başlıklı üç yazı yazmıştım. O yazıların ilkinde de söylediğim gibi, internet üzerinden gelen sorular içinde sizinle paylaşılmasında fayda gördüklerimi bu köşeye taşımaya devam edeceğim.
Bugün paylaşacağımız soru şöyle
“Kitaplarda bir meselenin hükm-i şer’isi beyan edilirken, ilgili hükmün, bazan Kitap, bazan Kitap ve Sünnet ile, bazan Kitap, Sünnet ve Kıyas ile bazan da Kitap, Sünnet Kıyas ve İcma ile sabit olduğu ifade ediliyor.
“Kitapla sabit olan bir hükmün ayrıca Sünnetle de veyahut hem Sünnet ve hem Kıyas ile ve hatta hem Sünnet hem Kıyas ve hem de İcma ile sabit olduğunu söylemek zaid görünüyor. Bu tarz ifadelerde maksad nedir?”
Bu soruyu, hakkında yukarıdaki ifadelerin kullanıldığı her bir hüküm için ayrı ayrı izah etmek en doğrusudur. Ancak şu an için bunu yapmamız imkânsız olduğundan, genel bir çerçeve çizmekle yetinmemiz gerekiyor.
İmdi; herhangi bir hükmün Kur’an‘la sabit olduğu söylendiğinde, ilk anda hükmün konusu olan meselenin Kur’an‘da mevcut bulunduğu anlaşılır. Ancak bu meselenin Kur’an‘da mücmel olarak zikredilmiş olması mümkün olduğu gibi, tafsilatlı olarak yer almış olması da mümkündür.
“Mu’âz (r.a) hadisi” olarak bilinen rivayetten itibaren görmeye başladığımız, herhangi bir meselede hüküm verilirken “Önce Kur’an’a, orada bulunmazsa Sünnet’e… başvurulacağı” formülasyonunda “problem” gibi duran nokta bakımından bu durum son derece önemlidir.
Bilindiği gibi Hz. Peygamber (s.a.v)’in Mu’âz b. Cebel (r.a)’i Yemen‘e gönderirken ne ile hükmedeceğini sormuş, o da “Allah’ın Kitabı ile” cevabını vermiştir. Efendimiz (s.a.v) bu defa, aradığı hükmü Kur’an‘da bulamadığı takdirde ne yapacağını sormuş, Mu’âz (r.a), o takdirde Resulullah’ın Sünneti ile hükmedeceğini söylemiştir.
Yukarıda sözünü ettiğim “problem” burada ortaya çıkmaktadır. Zira Mu’âz (r.a)’ın ilk cevabından, Kur’an‘da –ne şekilde olursa olsun– yer almış herhangi bir hüküm için artık Sünnet’e bakma ihtiyacı bulunmadığı gibi bir sonuç çıkıyor gibi görünmektedir. (Aynı durum Hz. Ömer (r.a)’in valilere gönderdiği yönergelerde ve daha pek çok belgede de mevcuttur.) Oysa mezkûr cevabı şöyle anlamak gerekir: Hükmünü aradığım meselenin önce Kur’an‘da sarahaten, mübeyyen olarak ve nesh vb. gibi herhangi bir tebdil/tağyirden salim olarak yer alıp almadığına bakarım. Eğer Kur’an‘da bu şekilde yer almışsa onunla hüküm veririm.
Burada bahse konu meselenin Kur’an‘daki hükmü hakkında bir Sünnet varit ise o, bir “beyan-ı takrir“dir ki, bu beyan türünde, meselenin hükmü hakkında herhangi bir tebdil/tağyir söz konusu değildir.
Hükmü Kur’an‘da bulunmayan veya Kur’an’da yer aldığı halde Sünnet tarafından neshedildiği kabul edilen bir mesele söz konusu ise, Sünnet’in tesbit ettiği hüküm için “Sünnet’le sabittir” denir.
Meselenin hükmü Kur’an’da mücmel, âmm veya mutlak olarak yer almış ve Sünnet tarafından tafsil, tahsis veya takyid edilmiş ise o mesele için “Kur’an ve Sünnet’le sabittir” denir.
Bu ifade Sünnet‘in, Kur’an’daki hüküm hakkında, “beyan-ı tağyir” tarzındaki bir beyanla tasarrufta bulunması durumunda da kullanılır. Ancak bu defa hükmün aslının Kur’an‘da, ondan muradın veya onun nihai uygulama tarzının ise Sünnet‘te mevcut olduğu kastedilir.
Herhangi bir hükmün, Kur’an ve Sünnet yanında İcma ile de sabit olduğunun tasrih edilmesindeki incelik hakkında ise şunları söyleyebiliriz: Diyelim ki, Kur’an‘la sabit olmuş bir hüküm Sünnet tarafından tahsis veya takyid edilmiş olsun. Ancak bu Sünnet de sübut yönünden “haber-i vahid” gibi “zan ifade eden bir delil ile bilinsin. Bu durumda Sünnet‘in Kur’an‘daki hükmü tahsis/takyid ettiği konusunda İcma vuku bulmuşsa artık Sünnet‘in sübutundaki zannîlik durumu İcma sayesinde ortadan kalkmış olur ve o hüküm için “Kur’an, Sünnet ve İcma ile sabittir” denir.
Aynı şekilde, Sünnet‘in delaleti konusundaki zannîliğin İcma ile ortadan kaldırıldığı durumlar için de bu ifade kullanılır.
Kur’an, Sünnet ve İcma ile yukarıda arz etmeye çalıştığım espri içinde sabit olan herhangi bir hüküm için, önceki üç delile ilaveten Kıyas ile sabit olduğunun söylendiğine dair şu anda herhangi bir örnek hatırlamıyorum. Eğer varsa onun üzerinde ayrıca dururuz.
Milli Gazete – 12 Şubat 2004