Tarih içinde –özellikle mezhebin yeni teşekkül ettiği dönemlerde– Hanefî mezhebi-Hadis ilişkisinin “problemli” bir konu olarak görüldüğü doğrudur. Özellikle Ehl-i Hadis arasında bu mezhebin imamlarını en ağır şekilde cerh edenlerin mevcudiyetini biliyoruz. Gerekçe, bu mezhebin imamlarının Hadis’e gereken önemi vermedikleri, bir başka deyişle hadislere rağmen hareket ettikleri kanaatidir.. Hanefî mezhebi-Hadis ilişkisini ve yukarıdaki iddianın gerçekle ne ölçüde bağdaştığı konusunu daha sonraya bırakarak bu yazıda İmam Ebû Hanîfe hakkındaki hadis üzerinde duracağım.
el-Buhârî, Müslim, et-Tirmizî, en-Nesâî, Ahmed b. Hanbel, İbn Hibbân ve daha başkaları tarafından Ebû Hureyre (r.a)’den rivayet edilen “Din/ilim/iman Süreyya yıldızında bile olsa…” hadisinin sıhhati üzerinde herhangi bir anlaşmazlık mevcut değil. Tartışılan, bu hadisle İmam Ebû Hanîfe’nin kastedilip edilmediğidir. Bir şâfi’î olan es-Suyûtî’nin de belirttiği gibi, “Medine alimi” ve “Kureyş alimi” hakkındaki hadislerin İmam Mâlik ve İmam eş-Şâfi’î hakkında söylendiğini kabul etmek ne kadar doğruysa, bu hadisin özellikle İmam Ebû Hanîfe hakkında varit olduğunu kabul etmek de o kadar doğrudur. Bu hadisin başkaları hakkında varit olduğunu söyleyenler mevcut ise de, bu ümmetin yarısının, hatta üçte ikisinin benimsediği bir mezhebin imamını da kapsamına aldığını söylemek yanlış olmasa gerektir.
İmam-ı A’zam’ın ismen zikredildiği rivayetlere gelince, Hadis imamları tarafından “uydurma” olarak nitelendirildiği doğrudur. el-Aynî, İmam et-Tahâvî’nin Şerhu Ma’âni’l-Âsâr‘ının ricali hakkında kaleme aldığı Meğâni’l-Ahyâr‘da (III, 1003) söz konusu rivayetlerin metin ve senetlerini İkdu’l-Cumân isimli eserinde (el-Kevserî merhum, et-Târîhu’l-Bedrî adıyla da anılan bu eserin yazma nüshasının 69 cilt olduğunu ve Dâru’l-Kütübi’l-Mısriyye’de bulunduğunu söylüyor) tadad ettiğini belirttikten sonra şöyle der: “Muhaddisler bu hadisleri inkâr ederler; hatta onların çoğunluğu, söz konusu rivayetlerin mevzu olduğunu iddia eder. Ancak metinlerinin, tariklerinin ve ravilerinin muhtelif oluşu, onların bir aslının bulunduğunu gösterir.”
Yine Hanefî Hadisçilerden İbn Himmât ed-Dimeşkî, et-Tenkît ve’l-İfâde‘de (52) bu hadislerin birçok tarikten rivayet edildiğini vurgulamakla, uydurma olmadıklarını söylemek istiyor gibidir.
Ancak Hanefiyyü’l-mezhep olan Ali el-Karî (el-Esrâru’l-Merfû’a, 101), Abdülhayy el-Leknevî (el-Âsâru’l-Merfû’a, 17), Takiyyuddîn et-Temîmî (et-Tabakâtu’s-Seniyye, I, 81) gibi alimlerin bu hadislerin uydurma olduğu kanaatini tasrih ettiklerini dikkate aldığımızda, el-Aynî’nin “Doğrusunu Allah bilir” diyerek bitirdiği yukarıdaki sözlerinin itimada şayan olmadığını söylememiz gerektiği ortaya çıkmaktadır. Evet, gerçek durumunu ancak Allah Teala’nın bildiği, ancak zahirî kıstasların mevzu olduğunu gösterdiği bu rivayetleri uyduranlar Hz. Peygamber (s.a.v)’e karşı çok büyük bir cürüm işlemişlerdir.
Ancak bu sebeple topyekûn Hanefîler’i itham altında bırakmaya da kimsenin hakkı olmamak gerekir. Tamamı 4’ü geçmeyen bu rivayetlerin imal edicileri olarak görülen üç beş kişi sebebiyle bu ümmetin yarısını suçlayan bu bakış açısını doğru kabul edersek, hemen her konuda karşımıza çıkan uydurma hadis vakıası dolayısıyla bütün Ümmet’i itham ve zan altında tutmak kaçınılmaz hale gelir. Uydurma hadisler hakkında kaleme alınmış ciltlerle kitabı dolduran bu rivayetlerin hepsini Hanefîler uydurmadı ya!..
Milli Gazete – 3 Aralık 2002