Abdülkerim Süruş: Modern Bir Savruluş-2

Ebubekir Sifil2008, Gazete Yazıları, Mart 2008

Efendimiz (s.a.v), “Karış karış, arşın arşın sizden öncekilerin yollarına uyacaksınız. Hatta onlar bir keler deliğinden girse, siz de gireceksiniz” buyurmuştu. Sahabe’nin, “(Bizden öncekilerden maksat) Yahudiler ve Hristiyanlar mı ey Allah’ın Resulü?” tarzındaki sorusu, “Onlar değilse kim?” cevabını alacaktı.[1]el-Buhârî, “Enbiyâ”, 51; Müslim, “İlim”, 6; Ahmed b. Hanbel, II, 327, 450, 511…

Modernist Yahudilik ve Hristiyanlık telakkisine hakim olan “kutsal metinlerin tarihselliği” anlayışının bu hadisin anlam sahası içine girdiğini söylemek yanlış olmasa gerek.

Dolayısıyla hadise şudur: Nebevî ihbar gerçekleşiyor ve Ehl-i Kitab’ın Tevrat ve İncil hakkındaki bu kabulleri, onların girdiği delikten girme azmindeki birtakım Müslümanlar (!) tarafından Kur’an’a uyarlanmaya çalışılıyor. İşin düşündürücü yanlarından birisi bu ise, diğeri de bu sapmaya “gelenek”ten payanda bulma garabeti!..

Kur’an lafızlarının Efendimiz (s.a.v)’in zihninin ürünü olduğu, dolayısıyla Efendimiz (s.a.v)’in vahye değil, vahyin Efendimiz (s.a.v)’e tabi olduğunu söyleyen Süruş’un bu iddiasının öncelikle itikadî zeminde ele alınması gerekir. Zira farklı bir ilah tasavvuruyla karşı karşıyayız. Bu noktada şunlar söylenebilir:

  1. Allah Teala, Efendimiz (s.a.v)’e vahyettiği mananın Efendimiz (s.a.v) tarafından hatalı bir şekilde söze döküldüğünü bilmiş midir? Bu soruya nasıl cevap verilirse verilsin, sonuçta Allah Teala’nın noksanlıkla tavsifi söz konusudur. Zira cevap “evet” olduğunda, arkasından şu soru gelecektir: Öyleyse bu duruma müdahale etmemiş olması bir eksiklik değil midir? “Hayır” dendiğinde ise O’na –haşa– “cehalet” izafe edilmiş olur.
  2. Bu hatalı lafızlar Allah Teala’nın muradına uygun mudur, değil midir? Uygun ise onların “hata” olarak tavsifi hatadır; değilse Allah Teala’nın, muradına aykırı şeylerin ve hataların –hem de seçtiği Peygamber tarafından– kendisine izafe edilmesine müdahale etmekten acziyetle tavsifi söz konusu olur.
  3. Vahyin Peygamber’e tabi olması demek, dolaysız biçimde o vahyin sahibinin Peygamber’e tabi olması demektir. Bunun sonucu da kaçınılmaz olarak bir önceki maddede mezkûr “acziyet” meselesine çıkar.

Bütün bu şıklar, sadece Allah inancını değil, aynı zamanda ve tabii olarak Peygamber inancını da ilgilendirmektedir. Dolayısıyla bu söylenenleri Peygamber açısından da formüle ederek tekrarlamak gerekir. Ancak yerden tasarruf amacıyla burada bu noktayı sadece hatırlatmakla yetineceğim.

Meselenin itikadî zeminde ele alınması gerektiğini, çünkü farklı bir ilah tasavvuruyla karşı karşıya olduğumuzu söyleyişim, bir “çıkarım”a dayanıyor değil. Zira John Hick ile yaptığı mülakatta Süruş aynen şunları söylüyor: “Gerçekte Tanrı, kendisini cevap verme makamına koyuyor. O, bu ayete[2]4/en-Nisâ, 165. ayet kastediliyor. göre, akıl ve ahlak bakımından savunulabilir fiiller yapmak için kendisini savunmaya çalışıyor. O, insanların kendisini sorgulamaya hakkı bulunduğuna inanıyor. (…) Bence Allah, insanı, haklara sahip bir varlık olarak kabul ediyor. İnsanın, elinden alınamaz hakları bulunduğuna kaildir. İnsan, bu hakların yardımıyla Tanrıyı bile sorgulayabilir…”[3]http://www.fikritakip.com/news.asp?pg=1&yazi=146

Devam edecek.

Milli Gazete – 17 Mart 2008

Kaynakça/Dipnot

Kaynakça/Dipnot
1 el-Buhârî, “Enbiyâ”, 51; Müslim, “İlim”, 6; Ahmed b. Hanbel, II, 327, 450, 511…
2 4/en-Nisâ, 165. ayet kastediliyor.
3 http://www.fikritakip.com/news.asp?pg=1&yazi=146