Bizimki gibi son derece zengin ve bir o kadar önemli bir tarihe sahip olup da ona bizim kadar ilgisiz kalan, hoyratça davranan, hakaret eden, hatta “ihanet” eden bir başka toplum var mıdır acaba?
Osmanlı, tarihte eşine az rastlanan bir cihan devleti olarak İslamlığımıza ve insanlığımıza unutulmaz hizmetler yaptı. Gerek kendi döneminin, gerekse modern zamanların kalbur üstü devletleriyle kıyaslandığında hemen anlaşılıyor ki Osmanlı, agılarımızı zorlayan, ufuklarımızı çok çok aşan bir azamete, derinliği ve ufka sahip bir devlet.
Böyle bir devletin varisi kılınmış nesiller olarak eni konu bir “liyakat” problemi yaşadığımız aşikâr. Osmanlı adına Osmanlı’nın büyüklüğüyle mütenasip işler yapmak şöyle dursun, Osmanlı’yı anlama ve anlatma noktasında bile affedilmez hatalarımız, büyük günahlarımız var.
Son zamanlarda gerek televizyon dizisi, gerek sinema filmi olarak Osmanlı’yı konu alan yapımlara sık rastlar olduk. Bunların kahir ekseriyetinin ortak vasfı, tarihine, kimliğine, atalarına saygı duyan insanları “rahatsız edici” olmaları.
Niçin “rahatsız edici?”
Çünkü oralarda Osmanlı’yı Osmanlı yapan unsurlardan hiç biri yok. Seyircinin gözüne sokulan cinselliği mi desem, kostümlerdeki yapaylığı mı… Senaryolardaki çarpıtmalardan mı söz etsem, sanat diye yutturulan basitliklerden mi… Bunların üstünde ve ötesinde, bu filmlerdeki en temel arıza, Osmanlı’yı olduğu gibi anlatmanın asgari şartı olan seviye, dil, algı ve ifade sığlığı…
Oryantalistler bile eminim daha iyisini yapardı. Bu yapımların atına imza atanlar bu topraklara dışarıdan mı geldi diye sırası geliyor insanın…
Tam bu noktada rahmetli Tarık Buğra’nın “Osmancık”ını anmamak, aramamak mümkün mü?
TRT’nin yüzakı yapımlarından biriydi gerçekten. Bugünlerde piyasayı saran pespayeliklere inat yeniden yayına koymayı düşünürler mi, bilmiyorum; ama neredeyse hiç tanımadıkları o dünyayı, kendi dedelerini, asıllarını, aidiyetlerini yeni nesillere en iyi anlatacak vasıtalardan biri olarak bu tarz yapımlara ihtiyaç bulunduğu çok açık.
Osmanlı’nın anlatılmaya, yeni nesillere tanıtılmaya değer yanı kalmadı mı? Osmanlı’daki sosyal hayatı, dinî hayatı, dünya algısını, tekkeleri/dergâhları, medreseleri, ekonomiyi, sanatı, kültürü, coğrafyayı, mimariyi, devletlerarası münasebetleri, gazayı, sulhü, kuruluşu, yükselişi, çöküşü, ihanetleri, sadakatleri… yeterince anlattık mı? Bütün bu alanlarda işin hakkını veren yapımlar gerçekleştirdik mi? Osmanlı’nın yetiştirdiği tek bir simanın, bir ilim adamının yahut gönül adamının hayat hikâyesi bile rahatlıkla dizi konusu yapılabilir…
Bu ülkenin Osmanlı’yı önemseyen kesimlerinin imkânları bunları yapmaya elbette fazlasıyla yeter. Bugün niye Osmancık’ı arayacak reddeye geldik? Neden mevcudu tekrara bel bağlamak durumundayız ki?
Bu eksiklik, kocaman bir vebal olarak bu ülkede yaşayan Müslüman servet sahiplerinin, senaryo yazarlarının, yapımcı ve yönetmenlerin omuzlarında durmaktadır. Osmanlı’yı bu ülkenin çocuklarına siz anlatmazsanız, başkaları başka biçimlerde ve başka maksatlarla anlatmaya devam edecektir…
Milli Gazete – 20 Mart 2012