Sosyal medya hesabının profilinde “Prof. Dr. Psikiyatri uzmanı, Psikoterapist, Psikoterapi eğitmeni, Hekim, Sosyoloji-Antropoloji uzmanı…” yazan bir akademisyen, İslam’a ve onun muazzez peygamberine karşı duygularını dışa vuran bir paylaşımda bulunmuş ve şunları söylemiş:
“İslam inancının intihar düşüncesini tamamen engelleyeceğini, inançlı insanların asla psikiyatrik açıdan rahatsızlanmayacağını düşünenler lütfen şu satırlara göz atsın: Alıntı Muhammed Hamidullah’ın “İslam Peygamberi” isimli eserinden sayfa 83.”https://twitter.com/drhaluksavas/status/935597276315209729/photo/1“>ref[/ref]
Prof. Haluk Savaş belli ki “mal bulmuş mağribî” gibi aradığını bulmuş olmanın hazzıyla Hamidullah’daki bir bilginin üstüne atlamış. Belli ki, gerektiğinde kendisini savunabilmek için kelimeleri özenle seçmiş. Zahiren ne İslam’ı ne de Müslümanlar’ı hedef almış. Ancak biraz dikkatli bakanlar bu zatın, İslam Peygamberi‘nden yaptığı fotoğraflı nakil vasıtasıyla doğrudan Hz. Peygamber (s.a.v)’i hedef aldığını, “inançlı insanların asla psikiyatrik açıdan rahatsızlanmayacağını düşünenler…” cümlesiyle de Hz. Peygamber (s.a.v)’in, “pskiyatrik açıdan rahatsızlandığı için intiharı düşündüğünü” ileri sürdüğünü görmekte zorlanmaz. Bunun Türkçesi şudur: Savaş, bu mesajın satır aralarında inançlı insanlara, “Ey Müslümanlar, “İslam insanlara huzur veren bir dindir” filan diyerek atıp durmayın. Sizler, peygamberi bile intiharı düşünmüş olan bir dinin mensuplarısınız!” diye “subliminal” bir mesaj da veriyor ki, asıl önemli olan burası…
Onun bu tutumu –bir yere kadar– anlaşılabilir. Belli ki İslam’a/Müslümanlara karşı tavırlı veya en azından “önyargılı” olduğu için, dünya görüşüne hizmet ettiğini düşündüğü bir bilgiyi elde etmiş olmanın hazzıyla bir paylaşımda bulunmuş. Vazifesini yapmış..
Ama ya Hamidullah hocaya ne demeli? Ya bu bilgiyi “hakikat” diye nakil ve takdim eden diğer zevat hakkında nasıl bir hüküm vermeli?..
Meselemize Gelecek Olursak
Cevaba geçmeden önce hep tekrarladığım bir hakikati bu vesileyle bir kere daha vurgulayayım: Herhangi bir meselede “rivayet” söz konusu ise, orada Hadis ilminin kriterleri konuşmalıdır. Tarih kaynakları ve bu kaynaklardaki rivayetler/nakiller de bundan müstağni değildir. Tarihî olaylar bize “rivayetler” vasıtasıyla geldiğine göre, tarih kitaplarında kaydedilmiş bulunan malzemenin güvenilir olup olmadığı meselesi de Hadis ilminin kriterleri esas alınarak aydınlığa kavuşturulmak zorundadır. Her ne kadar Hadis uleması tarihî rivayetler konusunda –akaid ve ahkâm muhtevalı rivayetlere nazaran– daha toleranslı davranmış ise de tarihî herhangi bir rivayetin muhtevası akaidi ve ahkâmı ilgilendiriyorsa, orada söz konusu toleransın işletilmesi elbette bahis konusu olmaz.
Muhammmed Hamidullah, birçok nakisa ile malul olmasına rağmen hayli rağbet görmüş bulunan mezkûr eserinde şöyle der: “Tarihçilerin bize verdiği bilgilere nazaran ilk vahyin yahut ilk vahiylerin alınmasından sonra geçici bir kesiklik devresi (Fetret) hâsıl olmuştur. Müteakip iki veya üç yıl boyunca Muhammed A.S.S.’da bir gelişme, bir tekâmül olmuş olmalıdır: İlk önce, vahyin yarattığı bir dehşet hâli, sonra bir sükûnet ve olanlardan hoşnutluk devresi, bundan sonra da yeniden bir vecd ve kendinden geçip istiğrâk âlemine dalma imkânını bekleyip durma ve sonunda da yeis ve ümitsizlik içine düşme! Bu sonuncu devre ile ilgili olarak tarihçilerin bize naklettikleri şey, onun büyük yeis ve üzüntü içine gömüldüğü bu sırada, Muhammed A.S.S.’ın, canına kıymak üzere yüksek kayalıklara birçok defalar çıkmış olduğudur. Fakat kendini aşağıya atmaya hazırlandığı her defasında melek Cebrâ’îl A.S. yeniden görünüyor ve onun gerçekten Allah’ın Resûlü olduğunu temin ediyordu. Bu onu bir müddet için oyalayıp teskin ediyor ve o, tekrar ibâdet ve zühd ü takvâ hayatına dalıyordu…”[1](Hamidullah, İslam Peygamberi, I, 83-4.)
Hamidullah, bu pasajın referansını zikrettiği dipnotta şunları söyler: “Buhârî, 91/1; üç yıl süren bir bekleyişten sonra Ebû Leheb’in karısı ve kendi yengesi (bkz. İbn Kesîr, Tefsîr, Sûre 93, âyet 3) bu durumu işittiğinde ona hakaretler yağdırarak: “Şeytanın artık seni terketti” demesi üzerine Resûlullah geçici bir taşkınlık içerisine düşmüş ve intihar etmek istemişti.” [2](İslam Peygamberi’nin benim elimdeki baskısında (Yeni Şafak Gazetesi’nin promosyon olarak verdiği Ankara-2003 baskısı) Hamidullah’ın notu bu şekilde çevrilmiş. Prof. … Continue reading
Hamidullah’ın, kullandığı bilgiyi refere ediş tarzı özellikle dikkat çekici. Efendimiz (s.a.v)’in intiharı düşündüğünü anlatan rivayetin el-Buhârî’nin Sahîh‘inde geçtiğini söylemek, okuyucuda, hadisenin gerçek olduğu konusunda İmam el-Buhârî’nin bize garanti verdiği inancının oluşması için fazlasıyla yeterli.
Burada bir parantez açalım: Kütüb-i Sitte başta olmak üzere elimizdeki hadis kitaplarının tamamı “ihtisas eseri”dir. Yani bu eserlerin her birinin kaleme alınış amacı, sistematiği ve özelliği farklıdır. Bu durum bilinmeden bu eserlerden doğru biçimde istifade etmek çoğu zaman imkânsızdır. Dolayısıyla herhangi bir rivayetin Sahîh-i Buhârî‘de veya başka herhangi bir hadis kaynağında yer almış olması, mutlak anlamda sahih olduğunu söylemek için yeterli değildir. “Kaynak metodolojisi”nden habersiz olarak bu eserlere yapılan referanslar –bu yazının konusunu teşkil eden “mesele”de olduğu gibi– ciddi arızalara sebebiyet verir/vermektedir.
İşin Aslı
-
Rivayetin senedinin durumu
Başta el-Buhârî[3](el-Buhârî, “Ta’bîr”, 1.), Müslim[4](Müslim, “Îmân”, 252.) ve Ahmed b. Hanbel[5](Ahmed b. Hanbel, VI, 333.) olmak üzere pek çok kaynakta[6](Abdürrezzâk, el-Musannef, V, 321; Ebû Avâne, el-Müsned, I, 103; İshâk b. Râhûye, el-Müsned, II, 314 vd…) yer uzun bir rivayette, vahye ilk defa muhatap olduğu zaman Efendimiz (s.a.v)’in yaşadığı haller detaylı bir şekilde anlatılmaktadır. Rivayete yüzeysel olarak bakanlar, Efendimiz (s.a.v)’in, ilk vahyi alışının üstünden bir süre geçince[7](Ki bu dönem kaynaklarda, birkaç aydan birkaç yıla kadar farklı sürelerle zikredilmiştir. Bkz. el-Halebî, es-Sîretu’l-Halebiyye, I, 421-3.) artık bir daha vahiy alamayacağı düşüncesinin oluşturduğu gerilimle birkaç kere intihar etmeyi düşündüğünü ve bunu İmam el-Buhârî’nin Hz. Âişe (ranha) validemizden sahih bir senedle naklettiğini düşüneceklerdir.
Ancak rivayetlerin diline ve ilgili kaynakların özelliklerine aşinalığı olanlar, doğrudan Hz. Âişe (r.anha) validemizin anlatımıyla ve normal bir akışla devam eden rivayetin bir varyantında, metnin sonlarına doğru akışın birden değiştiğini ve farklı bir anlatımın devreye girdiğini kolayca tesbit edeceklerdir. “İntihar” meselesinin bahse konu edildiği yer tam da burasıdır.
Bu noktayı –biraz öncesinden alarak– birlikte görelim:
… ثُمَّ لَمْ يَنْشَبْ وَرَقَةُ أَنْ تُوُفِّيَ وَفَتَرَ الْوَحْيُ فَتْرَةً حَتَّى حَزِنَ النَّبِيُّ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ فِيمَا بَلَغَنَا حُزْنًا غَدَا مِنْهُ مِرَارًا كَيْ يَتَرَدَّى مِنْ رُءُوسِ شَوَاهِقِ الْجِبَالِ فَكُلَّمَا أَوْفَى بِذِرْوَةِ جَبَلٍ لِكَيْ يُلْقِيَ مِنْهُ نَفْسَهُ تَبَدَّى لَهُ جِبْرِيلُ فَقَالَ يَا مُحَمَّدُ إِنَّكَ رَسُولُ اللَّهِ حَقًّا فَيَسْكُنُ لِذَلِكَ جَأْشُهُ وَتَقِرُّ نَفْسُهُ فَيَرْجِعُ فَإِذَا طَالَتْ عَلَيْهِ فَتْرَةُ الْوَحْيِ غَدَا لِمِثْلِ ذَلِكَ…
“… Sonra çok geçmeden Varaka vefat etti. (Ardından) bir süre vahiy kesildi. Hz. Peygamber (s.a.v) bu sebeple çok hüzünlendi. –Bize ulaştığına göre– bundan dolayı kendisini atmak için birkaç kere yüksek dağların başına çıktı. (Ancak) o esnada Cibrîl (a.s) kendisine göründü ve “Ey Muhammed! Sen gerçekten Allah’ın Resulü’sün” dedi. Bununla gönlü sükûn bulup ızdırabı dindi ve geri döndü. Vahyin kesildiği süre uzayınca yine benzeri bir durum oldu…”
Rivayet Hz. Âişe (r.anha) validemizin anlatımı olarak akıp giderken, tercümede iki tire arasında verdiğim “bize ulaştığına göre” ifadesi, ardından gelen anlatımın Hz. Âişe (r.anha) validemize ait olmadığını açık bir şekilde göstermektedir. Bilindiği kadarıyla Hz. Âişe (r.anha) validemiz, Efendimiz (s.a.v)’den aktardığı hiçbir rivayette böyle bir ifade kullanmamış, özellikle de rivayetin ortasında araya böyle bir ifade kesinlikle koymamıştır.
Dolayısıyla şurası kesin: Bahsimizin konusunu teşkil eden rivayetin bir varyantında yer alan bu ifade ile başlayıp devam eden sözler –ki tercümede de görüldüğü gibi mahut “intihar” anlatımı bundan sonra gelmektedir– Hz. Âişe (r.anha) validemize ait değildir.
O halde bu ifade kime aittir?
Rivayetin senedlerini incelediğimizde ortaya çıkan netice şudur:
İşbu “intihar” anlatımı, daha önce de belirttiğim gibi, Efendimiz (s.a.v)’e vahyin ilk geliş sürecini anlatan uzun rivayetin bütün varyantlarında yer almış değildir.
İmam el-Buhârî bu rivayeti Sahîh‘inin değişik yerlerde farklı tariklerle zikretmiştir ki, bunlardan ikisinde[8](Bu rivayetlerden biri Ukayl b. Hâlid, ikincisi Yûnus b. Yezîd isimli raviler kanalıyla ez-Zührî’ye bağlanmaktadır. Bu önemli noktaya biraz aşağıda tekrar döneceğim.) rivayet, “… Sonra çok geçmeden Varaka vefat etti. (Ardından) bir süre vahiy kesildi. Hz. Peygamber (s.a.v) bu sebeple çok hüzünlendi” ifadesiyle sona ermektedir.[9](Bkz. el-Buhârî, “Bed’u’l-Vahy”, 3; “Tefsîr”, 93 (96/el-Alak). Ayrıca bkz. Ebû Nu’aym, el-Müstahrec, I, 225) Yine bu rivayet Müslim tarafından, “intihar” anlatımına yer vermeksizin aktarılmıştır.[10](Müslim, “Îmân”, 252. Bu rivayet de Ukayl b. Hâlid üzerinden ez-Zührî’ye bağlanmaktadır.)
“İhtihar” anlatımının yer aldığı senedde şöyle ilginç bir durum daha var: İmam el-Buhârî bu anlatımın yer aldığı metni sevk ederken senedi şöyle verir: “Bize Yahyâ b. Bükeyr şöyle anlattı: Bize el-Leys, Ukayl’den naklen şöyle anlattı: H[11](Bir sened zikredilirken araya konulan bu “h” (ح) harfi, “tahvil” kelimesini simgeler; senedin ikinci bir tarikine geçildiğini anlatır.); Bana Abdullah b. Muhammed şöyle anlattı: Bize Abdürrezzâk şöyle anlattı: Bize Ma’mer şöyle anlattı: ez-Zührî şöyle dedi: Bana Urve, “devamla” Hz. Âişe (r.anha)’den naklen şöyle haber verdi: …”
Burada yer alan “ilginç” durum şu noktalarda karşımıza çıkıyor:
- İmam el-Buhârî, dipnotta ne anlama geldiğimi açıkladığım “H” harfiyle ayırdığı iki tarik zikretmiştir. Bunlardan ilki Ukayl (b. Hâlid el-Eylî), ikincisi ise Ma’mer (b. Râşid) vasıtasıyla İbn Şihâb ez-Zührî’ye bağlanmaktadır. (İmam el-Buhârî’nin, hemen yukarıda 9 numaralı dipnotta belirttiğim yerde, yani Sahîh‘in başında bu rivayeti Yûnus b. Yezîd isimli ravi vasıtasıyla İbn Şihâb ez-Zührî’ye bağlanan tarikle de naklettiğini hatırlatalım. Ki, “intihar” anlatımını içermeyen bu metin, Ukayl b. Hâlid’in naklettiği metinle aynıdır.)
İmam el-Buhârî’nin buradaki tutumu şu anlama gelir: “H” harfinden önce zikrettiği tarik ve o tarikle gelen metin esastır ve daha önce Sahîh‘in “Bed’u’l-Vahy” kısmında zikredilmiştir. Bu metinde “intihar” anlatımı yoktur. Bu harften sonra zikrettiği ikinci tarik ve bu tarikle gelen metin ise esası teşkil eden ve daha önce zikredilen tarik ve metne “makrûnen” verilmiştir.
İşbu “makrûnen” tabiri son derece önemli bir durumu anlatır: Daha önceden “ihtisas kitabı” olduğunu belirttiğim Kütüb-i Sitte ve benzeri eserler “Kitab”lardan, kitablar da “Bab”lardan oluşur. Müellif, her bir babda öncelikle o babın muhtevasının aslını teşkil eden sahih riayet(ler)e yer verir. O babın esas temelini bu rivayet(ler) oluşturur. İkinci olarak da, o rivayetleri kimi açılardan takviye eden ya da farklı ayrıntılar içeren rivayet(ler)e yer verir. Bunlar da”mütâbi’” ya da “şâhid” adını alır. “el-Buhârî ve Müslim’in Sahîh‘lerindeki bütün rivayetler sahihtir” sözü, bu iki kitabı oluşturan “bab”larda ilk olarak yer alan asıl rivayetlerin (: usûl) durumunu anlatır. Her bir babda ikincil olarak nakledilen mütâbi’ ve/veya şâhid rivayetler ise sıhhat şartlarını birinciler seviyesinde taşımayabilir. Zira yer veriliş maksatları farklıdır. İşte bu ikincil rivayetler, ilk grupta yer alanlara “makrûnen”, yani “onların ardından ve onları takviye amacıyla” zikredilmiş olurlar ve –tekraren söyleyelim– ilk grupta yer alan rivayetlerde gözetilen sıhhat kriterleri bunlarda biraz daha gevşetilebilmektedir. Bunun anlamı şudur: İmam el-Buhârî, “H” harfinden sonra zikrettiği tarikin de metnin de sıhhatini garanti etmemiştir.[12](el-Buhârî’de de Müslim’de de mütâbi’ ve/veya şâhid olarak yer verilen rivayetler arasında zayıf olanlar bulunduğu konusunda biz. es-Sehâvî, Fethu’l-Muğîs, II, 23; … Continue reading
- Yukarıda “devamla” kelimesiyle verdiğim ifade, aslında “fe” harfidir ve ehlinin kolayca anlayacağı gibi burada bu harf “ta’kîb” bildirir. Yani ez-Zührî, Efendimiz (s.a.v)’e vahyin ilk geldiği sırada olup bitenleri belli bir sened zinciriyle anlattığı bağlamda Urve’den naklen, onun Hz. Âişe (r.anha) validemizden aktarımı olarak uzun rivayeti zikrediyor. Ardından yukarıda Arapça orijinalini ve tercümesini sunduğum pasaj geliyor. Bu durum açık bir şekilde gösteriyor ki, ez-Zührî’nin Urve kanalıyla Hz. Âişe (r.anha) validemizden naklettiği kısım, “Hz. Peygamber (s.a.v) bu sebeple çok hüzünlendi” cümlesiyle sona ermektedir.
Sonra ez-Zührî söze devamla, “Bize ulaştığına göre bundan dolayı kendisini atmak için birkaç kere yüksek dağların başına çıktı…” diye başlayıp devam eden ifadelere yer veriyor.
Bu tesbitin önümüze koyduğu gerçek de şudur: Bir kısım şarihlerin de isabetle belirttiği gibi bu rivayetin son kısmına “intihar” anlatımını monte eden kişi İbn Şihâb ez-Zührî’dir.[13](Bkz. İbn Hacer, Fethu’l-Bârî, XII, 359;) Bu kısmı monte ettiğini de gizlememiştir. Problem şurada ki, o, bu nakli kimden aldığını belirtmemiş, sadece “bize ulaştığına göre” diyerek bu nakli başkalarından aldığını belirtmekle yetinmiştir.
ez-Zührî’nin kimden aldığını tasrih etmediği –teknik tabiriyle “mürsel” olarak aktardığı– rivayetler konusunda hadis alimlerinin kanaati, bu rivayetlerin, “mürsellerin en zayıflarından” olduğu şeklindedir.[14](Bkz. ez-Zehebî, el-Mûkıza, 40; el-Alâî, Câmi’u’t-Tahsîl, 89; es-Süyûtî, Tedrîbu’r-Râvî, I, 232.) Hatta onun mürsel rivayetlerinin, “mürsellerin en şerlilerinden” olduğu söylenmiştir. Çünkü kendisi hadis hafızıdır; kimlerden rivayet aldığını gayet iyi bilir. Hal böyleyken, kendisinden rivayet aldığı ravinin adını zikretmemişse, o ravideki bir kusur sebebiyle böyle davrandığına hükmolunur.[15](Bkz. es-Süyûtî, a.g.e., a.y.)
Başka bir kısım şarihler de bu ifadenin –senedde ez-Zührî’nin altında yer alan– Ma’mer’e ait olduğunu ileri sürmüşlerdir ki[16](İbnu’l-Mülakkın ve el-Aynî bunlardandır. Bkz. et-Tavdîh, II, 299; Umdetu’l-Kārî, I, 55), teknik olarak bu da mümkündür. Ma’mer, haddi zatında güvenilir bir ravi olmakla birlikte, bilhassa Iraklılar’dan rivayetleri (ez-Zührî’den aldıkları müstesna olmak üzere) zayıf bulunmuştur. Keza Sâbit (el-Bünânî?), Âsım b. Ebi’n-Necûd ve Hişâm b. Urve’den rivayetlerinde de çokça çelişkiye ve vehme düştüğü tesbit edilmiştir.[17](İbn Hacer, Tehzîbu’t-Tehzîb, X, 220.)
Ancak et-Taberî’nin yer verdiği bir rivayet, bu ilavenin Ma’mer’e değil, ez-Zührî’ye ait olduğunu açık bir şekilde ortaya koymaktadır: “Bize İbn Abdi’l-A’lâ şöyle anlattı: Bize İbn Sevr, Ma’mer’den, o da ez-Zührî’den naklen şöyle anlattı: “Resulullah (s.a.v)’e gelen vahiy bir süre kesildi. Resulullah (s.a.v) bundan dolayı hayli hüzünlendi/üzüldü. Kendisini aşağıya atmak için dağların zirvelerine gitmeye başladı. Ancak her defasında Cibril (a.s) kendisine görünüp, “Şüphe yok ki sen Allah’ın Peygamberisin” diyordu…”[18](et-Taberî, Câmi’u’l-Beyân, XXIII, 403; a.mlf., Târîhu’r-Rüsul ve’l-Mülûk, II, 305.) Şu halde, söz konusu “intihar” anlatımının ez-Zührî’ye ait “mürsel” bir rivayet olduğunu kesin bir dille ifade etmek doğru, hatta “zorunlu”dur!
Devam edelim:
- Burada senedsiz olarak verildiğini gördüğümüz bu rivayetin senedli bir varyantını İbn Sa’d, et-Tabakātu’l-Kebîr‘inde zikretmiştir. Oradaki sened zinciri şu ravilerden oluşmaktadır: “İbn Sa’d ← Muhammed b. Ömer (el-Vâkıdî) ← İbrâhîm b. Muhammed b. Ebî Mûsâ ← Dâvud b. el-Husayn ← Ebû Ğatafân b. Tarîf ← İbn Abbâs (r.a).”[19](İbn Sa’d, et-Tabakātu’l-Kebîr, I, 166.)
Bu senedde yer alan –İbn Sa’d’ın hocası durumundaki– Muhammed b. Ömer el-Vâkıdî, hadis tenkitçileri tarafından cerhin en ağırıyla, “yalancılıkla” itham ve hadisleri terk edilmiş bir ravidir.[20](el-Buhârî, ed-Du’afâu’s-Sağîr, 109; en-Nesâî, ed-Du’afâ ve’l-Metrûkûn, 92; İbn Ebî Hâtim, el-Cerh ve’t-Ta’dîl, VIII, 20; İbn Hacer, Tehzîbu’t-Tehzîb, … Continue reading
Onun bu rivayeti kendisinden aktardığı İbrâhîm b. Muhammed b. Ebî Mûsâ isimli ravi hakkında herhangi bir bilgiye ulaşamadım.
Bu zatın rivayeti kendisinden aldığı Dâvud b. el-Husayn ise rivayetlerinde gevşek davranmakla itham edilmiş bir ravidir. Öyle ki, cerh ta’dîl sahasının üstadlarından Ebû Hâtim, “Mâlik bu zattan rivayette bulunmuş olmasaydı, hadisleri terk edilirdi” demiştir.[21](Bkz. ez-Zehebî, Mîzânu’l-İ’tidâl, II, 5.)
Dolayısıyla bu rivayetin de iler-tutar tarafı yoktur; Efendimiz (s.a.v)’e, –hem de birkaç kere!– “intihara azmetmek” gibi bir fiili isnad eden bu rivayetin kaale alınabilmesi için elbette isnadında ta’n edilecek herhangi bir noktanın bulunmaması elzemdir.
Netice olarak, senedsiz olarak nakledilen varyant ister ez-Zührî’ye, ister Ma’mer’e, hatta isterse başka bir raviye ait olsun, sahih bir senedi ortaya konmadığı sürece söz konusu ilave kaale alınamaz!. Benim ulaşabildiğim senedli varyantın durumu ise ortada!
-
Rivayetin metninin durumu
Rivayetin “sened” noktai nazarından arz ettiği durum budur. Konunun “metin” nokta-i nazarından incelenmesine gelince, yazının başında Arapça orijinaliyle birlikte zikrettiğim metinde dikkat çeken noktalar var:
- Efendimiz (s.a.v) vahiy kesildikten sonra öylesine hüzünleniyor ki, yüksek dağların başına çıkıp kendisini aşağıya atmayı düşünüyor! Ancak Cebrail (a.s) geliyor ve “Sen Allah’ın Resulüsün” diyerek kendisini teskin ediyor. (Aşağıda bu noktayı tekrar ele alacağım.) Bir kere cereyan ettiği nakledilmiş olsaydı buna, bir noktaya kadar “anlaşılabilir bir durumdur” diyebilirdik. Ancak rivayet bu durumun “birkaç kere” tekerrür ettiğini söylemektedir! Bilfarz intiharı gerçekten düşünmüş olsa bile, buna ilk defa teşebbüs ettiğinde Cebrail (a.s)’ın kendisine gelip durumun hakikatini bildirdikten ve kendisinin peygamber olduğunu teyit ettikten sonra Efendimiz (s.a.v)’in tekrar tekrar intihara yeltenmesi alabildiğine garip duruyor! Melekten bu teyidi/garantiyi aldıktan sonra intiharı tekrar tekrar niçin düşünsün ve buna yeltensin ki?!
- Başta yine İmam el-Buhârî’nin Sahîh’i olmak üzere birçok kaynakta Hz. Câbir (r.a)’dan gelen bir rivayette, Efendimiz (s.a.v)’in, kendisine ilk defa vahiy geldikten sonra yaşadıklarını şöyle anlattığını görüyoruz: “Yolda yürürken, gökten bir ses duydum. Başımı kaldırdığımda gördüm ki, bana Hira’da gelen melek! Yerle gök arasını doldurmuş vaziyette bir kürsî üzerinde oturuyordu. Çok korktum. Eve döndüm ve “Beni örtün” dedim. Bunun akabinde Allah Teala, “Ey örtüsüne bürünmüş olan! Kalk ve uyar!…” ayetlerini indirdi. (Bundan sonra) vahiy, ara vermeden arka arkaya gelmeye devam etti.”[22](el-Buhârî, “Bed’u’l-Vahy”, 3; “Tefsîr”, 71 (74/el-Müddessir); 93 (96/el-Alak); Ahmed b. Hanbel, III, 325; Ebû Avâne, el-Müsned, I, 103; et-Taberî, … Continue reading
Bu rivayet –konuyla ilgili diğer rivayetlerle birlikte dikkate alındığında–, Efendimiz (s.a.v)’in, kendisine vahiy ilk defa geldikten sonra Cebrail (a.s)’ı defalarca gördüğünü ortaya koymaktadır. Hal böyleyken, elçi olarak seçilip görevlendirildiği konusunda herhangi bir şüpheye kapılarak intihara yeltendiğini düşünmek kesinlikle inandırıcı değil!
- Efendimiz (s.a.v)’in vahye ilk defa muhatap olduktan sonraki süreçte neler yaşadığı konusunda hadis, tefsir ve tarih kaynaklarında hayli rivayet mevcuttur ve bunların her biri konuyu ayrı bir veçhesiyle aydınlatmaktadır. Farklı senedlerle gelmek suretiyle birbirini teyit eden bu rivayetlerle karşılaştırıldığında, sadece ez-Zührî’den ve “mürsel olarak” gelen, gerek sened, gerekse metin itibariyle son derece zayıf ve tutarsız olduğu açıkça görülen tek bir rivayete dayanarak Hz. Peygamber (s.a.v)’e “intihar” düşüncesini nisbet etmenin ilmî ölçüler içinde ciddiye alınacak bir yanı olamaz!
Sonuç yerine
Gerek sened, gerekse metin yönünden son derece problemli olduğu açık olan bir rivayete dayanarak, sadece Efendimiz (s.a.v)’in şahsını değil, aynı zamanda bütün olarak “nübüvvet kurumunu” töhmet altına sokacak bir tutumla ortaya çıkmadan önce, konunun hassasiyetine binaen hiç olmazsa ihtiyatlı cümleler kurmak, sadece ilmî ciddiyet değil, aynı zamanda edep ve ahlak gereğidir.
Göründüğü kadar masum olmadığı açık olan ve arka planında “Peygamberi bile ruhsal bunalıma girip defalarca intihar etmeyi düşünmüş bulunan bir din, diğer insanlara mutluluk adına ne verebilir ki” mesajını taşıdığı aşikâr bulunan satırları paylaşmadan önce, bir psikiyatri uzmanı, en azından “intihar düşüncesi”nin sadece ruhsal bunalımdan kaynaklanan bir şey olmadığı gerçeğinden hareketle daha “tarafsız” olmayı denemeli değil midir?
Söz gelimi, teknik sorumlu olarak görev yaptığı köprü inşaatında halatlardan biri koptuğu için bunu izzet-i nefsine yediremeyip, “onurunu korumak için” intihar eden japon mühendishttp://milliyet.com.tr/japon-muhendisin-gurur-intihari-gundem-2032990/“>ref[/ref] söz konusu olduğunda bu beyefendi aynı cümleleri kurar mıydı acaba?!
Ebubekir Sifil – 23 Şubat 2018
Kaynakça/Dipnot
↑1 | (Hamidullah, İslam Peygamberi, I, 83-4.) |
---|---|
↑2 | (İslam Peygamberi’nin benim elimdeki baskısında (Yeni Şafak Gazetesi’nin promosyon olarak verdiği Ankara-2003 baskısı) Hamidullah’ın notu bu şekilde çevrilmiş. Prof. Savaş’ın kullandığı nüshadaki ifade ise şöyle: “… Resulullah (as) bir süre bunalıma girmiş ve intihar etmek istemişti.” Burada bir “mütercim tasarrufu” bulunduğu açık!..) |
↑3 | (el-Buhârî, “Ta’bîr”, 1.) |
↑4 | (Müslim, “Îmân”, 252.) |
↑5 | (Ahmed b. Hanbel, VI, 333.) |
↑6 | (Abdürrezzâk, el-Musannef, V, 321; Ebû Avâne, el-Müsned, I, 103; İshâk b. Râhûye, el-Müsned, II, 314 vd…) |
↑7 | (Ki bu dönem kaynaklarda, birkaç aydan birkaç yıla kadar farklı sürelerle zikredilmiştir. Bkz. el-Halebî, es-Sîretu’l-Halebiyye, I, 421-3.) |
↑8 | (Bu rivayetlerden biri Ukayl b. Hâlid, ikincisi Yûnus b. Yezîd isimli raviler kanalıyla ez-Zührî’ye bağlanmaktadır. Bu önemli noktaya biraz aşağıda tekrar döneceğim.) |
↑9 | (Bkz. el-Buhârî, “Bed’u’l-Vahy”, 3; “Tefsîr”, 93 (96/el-Alak). Ayrıca bkz. Ebû Nu’aym, el-Müstahrec, I, 225) |
↑10 | (Müslim, “Îmân”, 252. Bu rivayet de Ukayl b. Hâlid üzerinden ez-Zührî’ye bağlanmaktadır.) |
↑11 | (Bir sened zikredilirken araya konulan bu “h” (ح) harfi, “tahvil” kelimesini simgeler; senedin ikinci bir tarikine geçildiğini anlatır.) |
↑12 | (el-Buhârî’de de Müslim’de de mütâbi’ ve/veya şâhid olarak yer verilen rivayetler arasında zayıf olanlar bulunduğu konusunda biz. es-Sehâvî, Fethu’l-Muğîs, II, 23; el-Cezâirî, Tevcîhu’n-Nazar, I, 494.) |
↑13 | (Bkz. İbn Hacer, Fethu’l-Bârî, XII, 359;) |
↑14 | (Bkz. ez-Zehebî, el-Mûkıza, 40; el-Alâî, Câmi’u’t-Tahsîl, 89; es-Süyûtî, Tedrîbu’r-Râvî, I, 232.) |
↑15 | (Bkz. es-Süyûtî, a.g.e., a.y.) |
↑16 | (İbnu’l-Mülakkın ve el-Aynî bunlardandır. Bkz. et-Tavdîh, II, 299; Umdetu’l-Kārî, I, 55) |
↑17 | (İbn Hacer, Tehzîbu’t-Tehzîb, X, 220.) |
↑18 | (et-Taberî, Câmi’u’l-Beyân, XXIII, 403; a.mlf., Târîhu’r-Rüsul ve’l-Mülûk, II, 305.) |
↑19 | (İbn Sa’d, et-Tabakātu’l-Kebîr, I, 166.) |
↑20 | (el-Buhârî, ed-Du’afâu’s-Sağîr, 109; en-Nesâî, ed-Du’afâ ve’l-Metrûkûn, 92; İbn Ebî Hâtim, el-Cerh ve’t-Ta’dîl, VIII, 20; İbn Hacer, Tehzîbu’t-Tehzîb, IX, 323 vd.) |
↑21 | (Bkz. ez-Zehebî, Mîzânu’l-İ’tidâl, II, 5.) |
↑22 | (el-Buhârî, “Bed’u’l-Vahy”, 3; “Tefsîr”, 71 (74/el-Müddessir); 93 (96/el-Alak); Ahmed b. Hanbel, III, 325; Ebû Avâne, el-Müsned, I, 103; et-Taberî, Câmi’u’l-Beyân, XXIII, 400-1. Ayrıca bkz. Müslim, “Îmân”, 255; et-Tirmizî, “Tefsîr”, 71; Abdürrezzâk, el-Musannef, V, 321; el-Fâkihî, Ahbâru Mekke, IV, 93; el-Hâkim, el-Müstedrek, III, 184; İbn Hibbân, es-Sahîh, I, 216; İbn Mende, el-Îmân, II, 690 vd.) |