“Okuyucu Soruları”na ara vermiştim. Ama internet üzerinden gelen sorular bitmek bilmiyor. Hatta “artık yetişemiyorum” desem yalan olmaz… Bir de soru soran kardeşlerim “en kısa zamanda” cevap isteyince trafik iyice karışıyor. Bizde de Osmanlı Şeyhülislamları gibi her soruya anında cevap verecek kudret ve birikim olmadığı için zaman zaman soru sahibi kardeşlerim uzun süre beklemek durumunda kalıyor. Bu kardeşlerimden helallık diliyorum…
Bu satırları yazarken aklıma el-Muhibbî‘nin “Hulâsatu’l-Eser“inde (IV, 168) anlattığı bir olay geldi. Önce teberrüken ona zikredeyim:
Sultan III. Mehmed (1595/1603) döneminin şeyhülislamı –ünlü Şeyhülislam Hocazade Sadettin Efendi‘nin oğlu– Mehmed Esat Efendi, güçlü hafızası ile darb-ı mesel olmuş alimlerdendir. Bir gün –fetva işlerini deruhte eden– Fetva Emini ile birlikte kayıkta, kendisine ait bir bahçeye giderlerken, bir yandan da tevzi zamanı yaklaşan fetvaları zihninde hazırlamak için Fetva Emini‘nden, elindeki sayfalarda bulunan soruları –ki 100’den fazladır– okumasını ister. Fetva Emini soruları okumaya başlar, bitirdiği sayfaları da önüne koyar. Sorular bittiğinde aniden çıkan rüzgâr bütün sayfaları denize uçurur. Fetva Emini‘nin mahcubiyetini gören Şeyhülislam, “Zararı yok, üzülme” der. Bahçeye vardıklarında soruların tamamını cevaplarıyla birlikte ezberinden yazdırır.
* * *
Okuyucumun soruları şöyle:
- Bazı alimlerin risalelerinde, “Zamanımız tarikat zamanı değildir; cemiyet zamanıdır” diye yazıyor. Gerçek tarikatlar kıyamete kadar devam etmeyecek mi? Edecek ise bu sözü nasıl değerlendiriyorsunuz? Gerçek tarikatları kabul etmemek Allah dostlarını yani mürşid-i kâmilleri kabul etmeme manasına gelir mi? Mürşid-i kâmiller Allah Teala’nın kullarına bir rahmeti değil midir?
- Bayan kardeşlerimizin hizmet niyeti ile başlarını açıp okumalarını ve çalışmalarını nasıl değerlendiriyorsunuz? Buna karşı çıkıldığı zaman “Eşlerinize bayan doktor arıyorsunuz. Eğer bayanlar okumazsa bayan doktor nasıl bulunacak?” diyorlar.
- Günümüzde enflasyon oranındaki banka faizlerinin helal olduğu, bankalardan kredi çekilebileceği söyleniyor. Müslüman olmayan bir ülkede bankadan kredi çekilebilir mi?
Sorulara cevap olarak aynı sırayla şunları söyleyebilirim:
- Bu soruda geçen “bazı alimler”den kasıt Bediüzzaman merhum, “risaleler”den kasıt da “Risale-i Nur” olmalıdır.
Evet Bediüzzaman merhum bu meseleyi “Risale-i Nur“un pek çok yerinde işlemiştir. Sanıyorum ne demek istediğini aşağıdaki cümlesi gayet güzel ifade etmektedir:
“Bu zaman, imanı kurtarmak zamanıdır. Seyr-i sülûk-u kalbî ile tarikat mesleğinde bu bid’alar zamanında çok müşkilât bulunduğundan, Nur dairesi, hakikat mesleğinde gidip tarikatlerin faydasını temin eder…” (“Emirdağ Lahikası“, Mektup no: 186)
Dikkat edilirse bu yaklaşımda “tarikatı kabul etmemek” diye bir şey bahis konusu değildir. Onun, bu çıkarsamanın tam aksini gösteren pek çok ifadesi mevcuttur. Hepsini buraya almak mümkün olmadığı için durumu şöyle özetleyebiliriz:
Bid’atlerin yaygın olduğu, gayretlerin azaldığı, inkârcı felsefî akımların revaçta olduğu ve imanî zaafların arttığı bu dönemde tarikatlerin seyr-u süluk metotları, temel maksat olan sahih imanı kemale erdirme noktasında insanlara zor gelir. “Risale-i Nur“, bu işi daha kolay bir metotla halletmekle, tarikatın maksadını gerçekleştirmiş olmaktadır.
Öte yandan Bediüzzaman merhum, tarikat seyr-u sülukunun bireysel kurtuluşu temin ettiği, “Risale-i Nur“un faydasının ise daha umumi olduğu görüşündedir. Burada bir de, tarikat büyüklerinin delilsiz sözleri Mantık ilminin ölçülerine göre yakîn ve kesinlik ifade etmediği halde, “Risale-i Nur“un hüccetlerinin bürhan-ı yakinî seviyesinde, dolayısıyla daha ikna edici olduğu değerlendirmesini eklemek gerekir.
Tarikatın hakikati konusunda “Telvihat-ı Tis’a” isimli bir risale yazmış, “Risale-i Nur“da İmam el-Gazzâlî, Abdülkadir-i Geylanî, İmam-ı Rabbanî gibi büyüklerden ilham ve manevi dersler aldığını açıkça beyan etmiş olan Bediüzzaman merhumun tarikatı ve mürşid-i kâmilleri kabul etmediği anlamına gelecek hiçbir beyanı yoktur.
Ancak belki burada şunu söyleyebiliriz: Beduüzzaman merhum, döneminin şartlarını göz önünde tutarak bilhassa talebelerinin, “Risale-i Nur“un programı dışına çıkarak tarikatla meşgul olmalarına sıcak bakmamıştır. “Yirmisekizinci Lem’a“da ve daha başka yerlerde de görülebileceği gibi bu noktada oldukça hassas davranmıştır. Ona göre “Risale-i Nur“, hakka ve hakikate, kendine mahsus “bürhanî” metoduyla daha kesin ve kestirmeden götüren müstakil bir meslektir. Bu yönüyle “Risale-i Nur” mesleği, tarikat metoduna müreccahtır.
Devam edecek.
Milli Gazete – 16 Nisan 2005