Yanlışa Vesile Olmak

Ebubekir Sifil2006, 2006 Yılı, Aralık 2006, Aralık Ayı 2006 OS, Gazete Yazıları, Okuyucu Soruları

Son zamanlarda sıkça sorulan bir grup soruyu, aralarındaki benzerlik dolayısıyla tek cevap altında birleştirmeyi uygun gördüm. Soru(lar) şöyle): Müslüman bir üzüm üreticisi, mahsulünü, şarap yapacağını bildiği birisine satabilir mi? Bir Müslüman, Hristiyanlar için haç imal edip onlara satabilir mi? Kilise veya havra yapabilir mi yahut tamir edebilir mi?

Cevap

Hanefî mezhebinden İmameyn, şarap yapıp sattığı bilinen bir kimseye üzüm şırası satmanın caiz olmadığını söylemiştir. Diğer üç mezhep imamının kavli de budur. (el-Mergînânî, el-Hidâye, İbn Kudâme, el-Muğnî) Keza bir gayrimüslim, içki yapmak üzere bir müslümanı üzümün suyunu sıkması için ecir (işçi) olarak çalıştırmak istese, Fetava-yi Hindiyye’de bunun caiz olmadığı, buradan alınan ücretin mekruh olduğu zikredilmiştir.

Aynı şeyi, gayrimüslimler için haç yapıp satma, kilise havra gibi ayin yerleri inşa veya tamir etme konusunda da söyleyebiliriz. Zira şarap yapımında kullanılacak üzüm suyunu bile bile satmanın caiz olmadığını söyleyen imamlar, “ma’siyete yardımcı/vesile olma” nokta-i nazarından hareket etmişlerdir. Ve bu anlam burada daha ağır şekliyle mevcuttur. Zira şarap/içki kullanımında küfür anlamı mevcut değildir. Ancak kilise ve havra, bizatihi küfrün/şirkin ilan edildiği ve bu itikad üzere ayin yapıldığı mekânlar olarak temayüz eder.

Aynı şeyi haç yapımı/imali için de söyleyebiliriz. Zira haç, Hristiyan inancında –haşa– oğul tanrıda kutsanmada kullanılan bir araçtır ve son derece önemli bir sembolik anlamı vardır.

İbn Âbidîn gibi muteber kaynaklarda da zikredildiği gibi, bütün bu meselelerde İmam Ebû Hanîfe cevaz görüşünü benimsemiştir. Ancak bu hükmün mutlak olmayıp bazı kayıtlarla mukayyed olduğuna dikkat edilmelidir. Öte yandan ihtiyat ve konunun günümüzde arz ettiği hassasiyet, İmameyn ile diğer üç mezhep imamının görüş ve içtihadları ile amel etmeyi gerekli kılmaktadır.

Her şeyden önce şunun altını çizelim: Hristiyanlık veya Yahudiliğe ait herhangi bir unsurun İmam Ebû Hanîfe döneminde İslam inancına herhangi bir şekilde sirayet etmesi söz konusu değildir. Oysa günümüzde “İbrahimî dinler”, “Dinlerin aşkın birliği”, “Üç semavî din” ve benzeri kavramlar, İslam ile Yahudilik ve Hristiyanlığın sanki birbirine hayli yakın dinler olduğu gibi bir anlayış yayılma eğilimine girmiş bulunmaktadır. Hatta Dinlerarası diyalog konusuyla yakından ilgili çevrelere mensup kimselerden, Ehl-i Kitab’a kâfir denmemesi gerektiği gibi yaklaşımların müşahede edildiği bir zaman diliminde yaşadığımız hatırdan çıkarılmamalı.

Dolayısıyla günümüzde Müslüman’ın, saf itikadına herhangi bir lekenin arız olmamasına daha bir dikkat göstermesi gerekiyor.

Yukarıda ilgili “adem-i cevaz” hükmünün, “ma’siyet işlenmesine yardımcı/vesile olma” anlayışı üzerine bina edildiğini söylemiştim. Buna bugün bir de bizzat Müslüman’ın yanlışa –hem de itikadî sahada– düşürülmesine sebep olma ihtimalini de eklemek durumundayız.

Vallahu a’lem.

Milli Gazete – 10 Aralık 2006