Tevessül Meselesinde Doğru Tavır – 4

Ebubekir Sifil2004, 2004 Yılı, Ekim 2004, Ekim Ayı 2004 OS, Gazete Yazıları, Okuyucu Soruları

Tevessül meselesinde birkaç gündür bu köşede okuduğunuz yazılara e-posta adresime gönderilen itirazlara değinerek bu bahsi bitireceğim.

Bir kısım okuyucular, Hz. Peygamber (s.a.v)’in, insanların kendisiyle tevessülde bulunmasını istediğine veya bulunabileceğine dair herhangi bir beyanı bulunmadığını söylüyor.

Önceki yazılarda sadece işaret edip geçtiğim bir kısım rivayetler bunun doğru olmadığını söylüyor. Kasdettiğim, ilk olarak Hz. Ömer (r.a)’in, Hz. Abbas (r.a) ile tevessülde bulunurken kullandığı bir ifadedir ki, şöyledir: “Allah’ım! Biz daha önce sana Hz. Peygamber (s.a.v) ile tevessülde bulunurduk ve sen bize yağmur ihsan ederdin. Şimdi de Peygamberimiz‘in amcası ile tevessülde bulunuyoruz; bize yağmur ver!” (el-Buhârî, “İstiskâ”, 15.)

Bu ifade Sahabe‘nin, Efendimiz (s.a.v) terk-i dünya etmeden önce (hatta el-Kevserî merhumun tesbitine göre “Efendimiz (s.a.v) döneminden, yağmur duası yapılan o güne kadar”) O’nunla tevessülde bulunduğunu göstermesi bakımından son derece mühimdir.

İkinci olarak Efendimiz (s.a.v)’in, kendisine gelerek gözlerinin açılması için dua buyurmasını isteyen ama (kör) sahabîye öğrettiği duayı hatırlayalım: “Allah’ım! Peygamberin, rahmet peygamberi (Hz.) Muhammed ile senden istiyor ve sana yöneliyorum. Ya Muhammed! Şu hacetim(in giderilmesi) konusunda ben Rabbime seninle yöneldim…” (et-Tirmizî, “De’âvât”, 118; İbn Mâce, “İkâme”, 189; Ahmed b. Hanbel, IV, 138; İbn Huzeyme, es-Sahîh, II, 225-6; el-Hâkim, el-Müstedrek, I, 313, 519; en-Nesâî, es-Sünenu’l-Kübrâ, VI, 169; a.mlf. Amelu’l-Yevm ve’l-Leyle, 417.)

Tıpkı ilk hadiste olduğu gibi, bu rivayetin sıhhatinde de herhangi bir ihtilaf yoktur. Gerek İbn Teymiyye, gerekse el-Albânî, bu ve benzeri rivayetleri –sahih olduklarını itiraftan sonra– tevile tabi tutarak, buradaki tevessülün, “Hz. Peygamber (s.a.v)’in duasını istemek” anlamında olduğunu söylemişlerdir.

Bunun zorlama bir yorum olduğu ise son derece açıktır. Zira Hz. Peygamber (s.a.v) dua etmek isteseydi o anda eder, adamı abdest alıp iki rekât namaz kılarak bu şekilde dua etmesi için geri göndermezdi!

Öte yandan “müteşabihat” konusunda tevili kesinlikle onaylamayan İbn Teymiyye ve takipçilerinin burada böyle zorlama yorumlara başvurmasına, önemli bir çelişki olarak başta İbn Teymiyye çizgisinde olduğunu söyleyenler tarafından dikkat çekilmelidir diye düşünüyorum.

Ancak belirtmek gerekir ki, el-Albânî biraz daha insaflı davranarak “Eğer rivayette zikri geçen ama adam gerçekten Hz. Peygamber (s.a.v)’in zatı ile tevessülde bulunmuşsa, bu, Hz. Peygamber (s.a.v)’e özgü bir durum olur…” demiştir.

Bu, yazının başında işaret ettiğim itiraz sahiplerini ne kadar tatmin eder bilinmez, ama ortada bir gerçek var: Bu ve benzeri rivayetler, Efendimiz (s.a.v)’in, terk-i dünya etmeden kendisiyle tevessülde bulunulmasını onayladığının, hatta bizzat istediğini net bir şekilde ortaya koymaktadır!

Bir diğer itiraz da, zikrettiğim rivayetlerin sahih olup olmadığı ve Tasavvuf ehli dışında bunlarla amel eden bulunup bulunmadığı yolunda.

Bu itiraz sahipleri yazdıklarımı okurken önyargılarından biraz olsun sıyrılabilseler ve kendilerine, meseleye “insafla” bakma şansı tanıyabilseler, gerçeği açıkça görecekler. Zikrettiğim kaynaklar arasında Ehl-i Tasavvuf‘a ait tek bir eser dahi mevcut değil. eş-Şevkânî‘nin konuyla ilgili eseri ve Muhammed b. Abdilvehhâb‘ın fetvası, bu meselenin Ehl-i Tasavvuf‘a inhisar ettirilemeyeceğini açıkça göstermektedir. Bahse konu fetva şöyledir: “Bazıları salihlerle tevessüle cevaz vermekte, bazıları da onu Hz. Peygamber (s.a.v)’e has kılmaktadır. (…) Aslında bu mesele (Tevhid ve Akaid‘in değil) Fıkh‘ın meselelerindendir. Cumhur’un “mekruhtur” şeklindeki görüşü bize göre doğru olmakla birlikte, biz onu yapan (tevessülde bulunan) kimseyi yadırgamayız. İçtihad meselelerinde yadırgama (inkâr) bahis konusu olmaz.” (Bu fetvayı Prof. Dr. Zekeriya Güler, daha önce başlığını zikrettiğim makalesinde, İbn Abdilvehhâb‘ın Müellefat‘ından (III, 68) nakletmiştir.)

Sonuç olarak bir noktayı vurgulamak yerinde olacak: Tevessül meselesinde tarafların sıhhatinde ittifak ettiği rivayetler mevcuttur. Görüş ayrılıkları, bu rivayetlerin nasıl anlaşılması gerektiği noktasında düğümlenmektedir.

Bir taraftan bu yazıları yazarken, bir taraftan da e-postalar göndererek beni “şirk“e düşmekle itham ve yeniden “iman“a davet edenlere karşılık vermek durumunda kalmamış olmam bir kere daha gösteriyor ki, meseleyi “ayrışma” konusu haline getiren,  İbn Teymiyye/el-Albânî çizgisini benimseyenlerin müteşeddit tutumudur.

Birbirimizi “anlama”yı ve “sevme”yi ne zaman öğreneceğiz?!..

Milli Gazete- 16 Ekim 2004