- Sünni ile Şii aile kurabilir mi? (Yani biri-birilerine kız verip, oğlan alabilirler mi?)
Bir kısım fıkıh ve fetva kitaplarında ehl-i bid’at ile evliliğin caiz olmadığı yönündeki hükümler üzerinde iyi düşünmek gerekir. Evet, kaynaklarımızda bid’at ehlinin arkasında namaz kılmak, şahitliğini kabul etmek… gibi konularda “ilke” zikredilmiştir. Bir kimse, bid’ati küfre varmadıkça mü’min kabul edilmek durumundadır. Dolayısıyla mü’min hakkında cari olan hükümler onun hakkında da geçerli olur.
Bu doğru, ama bir başka doğru daha var:
Bu türlü hükümleri bid’at ehli ile muamelelerimizi, onların bid’at ehli olduğu gerçeğini unutturacak seviyeye taşımak, onların bid’atini önemsememek, dolayısıyla dine verdikleri zararı hafife almak anlamına gelecektir.
Onlarla ilişkinin, evlilik bağı kurmak gibi daha ileri bir noktaya taşınması halinde ise ortaya daha büyük fiilî mahzurlar çıkabilir. Sünnîlerle ile Şiiler ve diğer bid’at fırkalar arasındaki itikad farklılıkları, zaman içinde kültür ve tarihin de etkisiyle kemikleşmiş ve katmerli hale dönüşmüştür. Dolayısıyla ehl-i bid’atin –bid’ati küfre varmamak kaydıyla– “ilke olarak” tekfir edilmemesi dolayısıyla arkalarında namaz kılmanın, şahitliklerini kabul etmenin cevazını, onlarla “hiçbir şey yokmuş gibi” ilişki içinde olmak şeklinde anlamak doğru değildir. Belki –Allahu a’lem– bu tarz hükümleri, başka seçenek bulunmaması, mecbur olmak gibi durumlara yormak daha doğrudur.
Yukarıda “tarih ve kültür” demiştim. Evet, işin bu yönü son derece önemlidir. Sünnî eşler arasında bile kültür farkının yol açtığı son derece önemli sıkıntıların yaşanabildiği herkesin malumudur. Adet, gelenek, yetişme tarzı, davranış biçimi, hatta ağız tadı-damak lezzeti aile hayatının sağlıklı biçimde yürüyebilmesi için son derece önemli olabilmektedir. Kültür farkı, eğitim farkı, ekonomik durum farkı… bütün bunlar nikâhın sıhhatine engel teşkil eden şeyler değildir; ancak tek tek her birinin evliliği doğrudan etkileyen hususlar olduğuna da zannederim kimse itiraz etmez. Bu bakımdan, Fıkıh kitaplarında yer alan “nikâhta denklik” meselesini, “Arap kültürüne ait, dolayısıyla bugüne hitap etmeyen” bir hüküm olarak anlamak hayatî bir hata olacaktır.
Bunları aşıp farklı etkin kökenlerden, kültürel aidiyetlerden, örf, adet ve geleneklerden geldiği halde hayatını birleştirip sağlıklı bir aile yuvası kurabilenler yok mudur? Elbette vardır, ancak bunların istisna olduğunu unutmamak gerekir.
Bütün bunların üzerine bir de itikadî tutum farklılığını eklediğimizde ortaya çıkabilecek potansiyel çatışma alanlarının, evlilik hayatının sıhhatli bir şekilde devam ettirilebilmesine engel teşkil edeceğini rahatlıkla söyleyebiliriz.
Bir hususun “ilke” olarak cevazı başkadır, pratik hayat bakımından taşıdığı mahzurlar sebebiyle onaylanmaması daha başkadır. Buna, Hz. Ömer (r.a)’in, Ehl-iKitap kadınlarla evlik hakkındaki tutumunu örnek gösterebiliriz. Bilindiği gibi Hz. Ömer (r.a), Ehl-i Kitap kadınlarla evlendiğini haber aldığı bazı sahabîlere onlardan derhal ayrılmalarını söylemiş, “Onlarla evlilik caiz değil mi?” sorusuna da şu anlamda bir mukabelede bulunmuştur: Evet, onlarla evlilik caizdir. Ancak Ehl-i Kitab’ın çekici kadınlarıyla evlenmek alışkanlık haline gelir ve yaygınlaşırsa, mü’min kadınlar ihmal edilir.
Dolayısıyla biri Şünnî diğeri Şii iki insanın hayatını birleştirmesi, “caizdir” deyip geçilmemesi, üzerinde ciddiyetle düşünülmesi gereken bir husustur.
Devam edecek.
Milli Gazete – 2 Kasım 2008