Bir önceki yazıda yer alan soruyla bağlantılı olarak iki ayrı okuyucumdan gelen soruyu birleştirerek aşağıya alıyorum:
Soru: Bediüzzaman Said Nursi‘nin Mehdi olduğu söyleniyor. Bu mümkün müdür? Onun Mehdi olma ihtimali var mıdır?
Cevap: “Mehdi” kelimesi sözlükte “Kendisi hidayete ermiş bulunan, başkasının hidayete vesile olan” anlamlarına gelir. Kelimenin sözlük alamı esas alınacak olursa, insanların hidayetine vesile olan herkes bir anlamda “mehdi“dir. Dolayısıyla Said Nursi merhum da tıpkı diğer bütün İslam alimleri gibi –kelimenin sözlük anlamıyla– bir “mehdi“dir.
Ancak soruda kast edilenin, bu kelimenin sözlük anlamı olmadığı açık. Zaten mutlak olarak “Mehdi” dendiğinde akla gelen de, hadislerde kıyamete yakın zuhur edeceği bildirilen ve özellikleri belirtilen şahıstır.
Said Nursi merhumun, hadislerde haber verilen “ahir zaman mehdisi” olduğu kim(ler) tarafından ileri sürülüyorsa, esasen bu müddeanın delilini de onların getirmesi gerekir; doğrusu budur.
Ancak yukarıdaki sorunun muhatabı olarak benim söyleyebileceğim şudur: Gerek Mehdi‘nin, zuhurunu haber veren hadislerde mezkûr özellikleri, gerekse Said Nursi merhumun eserlerinde müteaddit yerlerde Mehdi hakkında söyledikleri göz önünde bulundurulduğunda, onun “ahir zaman mehdisi” olduğunu söylemek mümkün görünmemektedir.
Her şeyden önce ilgili rivayetlerde Mehdi‘nin zuhur edeceği ortam oldukça net biçimde tasvir edilmiştir. Söz konusu tasvirlerden anlaşılan odur ki, Mehdi‘nin zuhur edeceği zaman diliminde ve sonrasında dünyada küresel bir kargaşa olacaktır. Said Nursi merhumun Mehdi olduğunu söyleyenler ise lokal bir durumu ve onun aktörlerini çeşitli zorlama tevil ve benzetmelerle –deyim yerindeyse– “anlam genişlemesine uğratarak” rivayetlerle mutabık hale getirmeye çalışmaktadırlar.
İkinci olarak –yukarıda da söylediğim gibi– “ahir zaman mehdisi“nin hadislerde bildirilen kişisel özellikleri ile Said Nursi merhumun özellikleri birbirine uymamaktadır. Mehdi, Hz. Peygamber (s.a.v)’in soyundan gelecek ve –tıpkı Hz. Peygamber (s.a.v) gibi– babasının ismi Abdullah, kendi ismi ise Muhammed olacaktır. Ayrıca Mehdi, İslam ordusunun başında fiilen savaşacaktır. Onun döneminde Hz. İsa (a.s) nüzul edecek ve Deccal zuhur edecektir.
Bunların hiç birinin Said Nursi merhum için söylenemeyeceği açık olduğu gibi, merhumun, Mehdi konusunu işlediği yerlerde söyledikleri de, bu sıfatın kendisi hakkında kullanılmasına imkân verir nitelikte değildir. Konu hakkında kelam ettiği hemen her yerde hep üçüncü şahıs kipiyle konuşmuş, “şöyle olacak, böyle gidecek…” tarzında ifadeler kullanmıştır.
Bütün bunlardan daha önemlisi, merhum henüz hayattayken –tabii ki muhalifleri tarafından– “mehdilik” iddiasında bulunmakla suçlanmıştır. Acaba Said Nursi merhumun bu suçlama hakkındaki tavrı ne olmuştur?
“Şualar“ın “Ondördüncü şua” kısmında yer alan ifadelerini birlikte okuyalım:
“İddianamede benim hakkımda dört esas var.
“Birinci esas: Güya bende tefahur ve hodfuruşluk var ve kendimi müceddit biliyorum.
“Ben bütün kuvvetimle bunu reddederim. Hem mehdîlik isnadını hiç kabul etmediğime bütün kardeşlerim şehadet ederler. Hattâ Denizli’deki ehl-i vukuf “Eğer Said mehdîliğini ortaya atsa bütün şakirtleri kabul edecek” dediklerine mukabil, Said, itiraznamesinde demiş ki: “Ben Seyyid değilim. Mehdi Seyyid olacak” diye onları reddetmiş…”
Keza “Tarihçe-i Hayat“ın “Afyon Hayatı” kısmında da şöyle demiştir:
“Bazı emarelerle bildim ki, gizli düşmanlarımız, Nurların kıymetini düşürmek fikriyle, siyaset mânâsını hatırlatan Mehdilik dâvâsını tevehhüm ile, güya Nurlar buna bir âlettir diye, çok asılsız bahaneleri araştırıyorlar. Belki benim şahsıma karşı bu işkenceler, bu evhamlarından ileri geliyor. Ben, o gizli zâlim düşmanlara ve onları aleyhimizde dinleyenlere derim: Hâşâ, sümme hâşâ! Hiçbir vakit böyle haddimden tecavüz edip iman hakikatlarını şahsiyetime bir makam-ı şan ü şeref kazandırmaya âlet etmediğime bu yetmiş beş, hususan otuz senelik hayatım ve yüz otuz Nur Risaleleri ve benim ile tam arkadaşlık eden binler zâtlar şehadet ederler…”
Konu hakkında ayrıca “Ondördüncü şua“nın yukarıda naklettiğim kısım dışında birçok yerine ve “Kastamonu Lahikası“, 73. ve 118. mektuplara da bakılabilir.
Milli Gazete – 1 Haziran 2004