Rahip Bahira olayının detaylarıyla ilgili itirazlara gelince;
- Efendimiz (s.a.v) niçin daha sonra bu olaydan hiç bahsetmemiştir?
Efendimiz (s.a.v)’in mucizeleriyle ilgili rivayetlerin genel karakterine baktığımız zaman bu sorunun cevabını görürüz. Şöyle ki: Onun mucizelerini bize nakleden rivayetler hemen tamamen Sahabe gözlemi tarzında gelmiştir. Acaba doğrudan Efendimiz (s.a.v)’in mübarek ağzından menkul kaç adet mucize rivayeti bulabiliriz? Dolayısıyla Rahip Bahira olayının da sahabî gözlemi olarak nakledilmiş olmasında şaşılacak bir taraf olmadığı gibi, bu durumun, olayı nakleden rivayetlerin sıhhatine halel getirici özellikte olduğu da söylenemez. Hatta bu, sadece mucizelerle sınırlı bir durum değildir; Efendimiz (s.a.v)’in siretini anlatan rivayetlerin genel karakterinin de böyle olduğu malumdur. Esasen terminolojide “fiilî hadis” denen kategorinin özelliği sahabî gözlemine dayanıyor ve sahabî sözü olarak aktarılıyor olmasıdır.
- Rahip Bahira’nın dikkatini çeken olağanüstülükler, kafiledekilerin dikkatini niçin çekmemiştir?
Rahip Bahira’nın, Son Peygamber (s.a.v)’in zuhurunun yakın olduğu konusunda bilgi sahibi birisi olarak çevresindeki olay ve insanları titizlikle gözlemlediği anlaşılmaktadır. Hatta bu konuda bilgi ve beklentisi olan sadece o değildir; gerek ilgili rivayetin, gerekse daha başka nakillerin ortaya koyduğu gerçek odur ki, Yahudisiyle Hristiyanıyla bilgi sahibi Ehl-i Kitab’ın genelinde bu beklenti mevcuttur. Dolayısıyla çevresini böyle bir hassasiyetle gözlemleyen birisinin, başkalarının göremediği incelikleri görmesi şaşırtıcı değildir.
Esasen mucize de olsa, herhangi bir hadiseyi basiret gözüyle görmeyenlerin arzu edilen sonuca ulaşması mümkün değildir. Böyle durumlar, “Sen onların sana baktığını görürsün; halbuki onlar görmezler” (7/el-A’râf, 198) ayetinin mısdakını teşkil eder. “Gerçek şu ki, gözler körelmez, fakat asıl göğüslerdeki kalpler körelir.” (22/el-Hacc, 46.)
- Bu yolculuğa katılanlar bi’setten sonra bunu hatırlayarak neden İslam’a girmedi? Neden Efendimiz (s.a.v)’i yanında götüren Ebu Talib bilahare O’na iman etmedi?
Bu soru, mucizeyi müşahede eden herkesin behemehal iman edeceği gibi bir lazım-melzum ilişkisi mantığına dayanmaktadır. Evet mucize, muhatabın imana direnmedeki bahane ve gerekçelerini ortadan kaldırır; ama mucizeyi gören herkesin hemen iman etmediği de naklen ve adeten sabittir. Aksi olsaydı söz gelimi Mi’raç sonrası Efendimiz (s.a.v)’e Mescid-i Aksa’nın pencerelerinin kaç adet olduğunu soran Kureyşliler’in, aldıkları cevap üzerine hemen Müslüman olması gerekirdi. Ya da Hz. Musa (a.s)’ın asasının sihirbazların yılanlarını yuttuğunu gören Firavun ve avanesinin –tıpkı iman eden sihirbazlar gibi– secdeye kapanması gerekirdi. Onlar ve insanlık tarihi boyunca peygamberlere direnen benzerleri niçin iman etmediyse, Rahip Bahira olayını yaşayanlar da onun için iman etmedi.
Esasen o yolculuğa kimlerin katıldığını ve bi’set sonrası tavırlarının ne olduğunu bilmiyoruz. Rivayette bununla ilgili herhangi bir tasrihat mevcut değil. Orada bulunup da bi’set sonrası İslam’a girenler bulunmadığını nereden bileceğiz? Dolayısıyla burada sadece Ebû Tâlib hakkında konuşmak daha gerçekçi olacaktır.
Devam edecek.
Milli Gazete – 22 Ekim 2007