Bir önceki yazıyı, iki türlü cariyelik statüsü olduğunu, bunlardan birincisinin “hizmetçi cariyelik” olduğunu belirterek bitirmiştik. Prof. Dr. Ahmet Akgündüz hocanın ifadesiyle “İslam Hukukundaki cariyelerin çoğunluğu asrımızdaki işçi kadınlar veya evlere gelen hizmetçi kadınlar gibidirler. Değişen sadece isimleridir. Yani her cariye ile illa da karı koca münasebeti akla gelmemelidir. Başkalarının hanımı bulunan veya sadece efendisinin evindeki hizmetleri görmekle mükellef olan cariyelerin sayısı, belli şartlar çerçevesinde karı koca hayatı yaşanılan cariyelere nisbetle en az on katıdır. Bugün hizmetli kadınlar … Devamını Oku
Cemaat Psikolojisi, Cariyeliğin Mahiyeti-2
Cariyelik ve kölelik meselesi, modern zamanlarda adeta bir utanç vesilesi gibi karşılanan hususların başında geliyor. Müslümanlar kendi inançlarından, kaynaklarından, geçmişlerinden… hasılı “kimliklerinden” öylesine uzaklaştırılmış, öylesine yabancılaştırılmış durumda ki, herhangi bir “çağdaş” mahfil tarafından tenkit bağlamında gündeme getirilen herhangi İslamî bir meseleyi refleksif olarak “geçmişi suçlama” psikolojisiyle karşılıyoruz! İnsaflı gayrimüslimlerin gösterdiği sağduyu ve tarafsızlığı biz kendi geçmişimize ve kimlik unsurlarımıza gösteremiyoruz. Hakikat ne yazık ki bu! Endonezya ve Cava’da 17 yıl devlet görevlisi olarak çalışmış, bir ara Müslüman … Devamını Oku
Cemaat Psikolojisi, Cariyeliğin Mahiyeti-1
Soru “İslam’da cariye sistemi nasıldır? Milli Gazete’de yayınlanan bir yazıda “Hürrem Sultan bir cariyedir, çocuk doğurunca hürriyete kavuştu, cariyelikten çıkıp zevce ünvanını aldı…” denmişti. Cariye köle midir? Köle ise konumu nasıl oluyor? Hürrem Sultan cariye iken doğan çocuğu Kanuni Sultan’dan oluyorsa Kanuni’nin eşi oluyordur o zaman. Öyleyse neden cariye diye anılıyor? Bir adamın cariyesi kendi eşinden farklı mıdır? Öyle ise İslam’a göre nasıl oluyor? 4 eş + cariye mi, yoksa cariye de İslam’ın ölçüsünde olan 4 kadının … Devamını Oku
Namazda Ayakların Durumu-2
Namazda ayakların durumuyla ilgili olarak Muhammed Enverşâh el-Keşmîrî sözlerini şöyle sürdürür: “İbn Mes’ûd’un demek istediği, buradaki durumun tam aksidir. Yani o kişi ayaklarını birbirine bitiştirmiş, aralarını açmamıştır. İbn Mes’ûd, “ayakları serbest bırakma (murâveha)” ifadesiyle, ayakların arasını açmayı kasdetmiştir. “Şu halde Ebû Dâvud rivayetinde geçen “saff” kelimesi ile en-Nesâî rivayetinde geçen “saff” kelimesi birbirinin tam aksi anlamdadır.”[1]Feydu’l-Bârî, II, 236-7. el-Keşmîrî’nin kasdettiği şudur: Ebû Dâvud rivayetinde geçen “saff” kelimesi, cemaatten her binin saf halinde dururken ayaklarının … Continue reading Bu bahsi … Devamını Oku
İslamî İlimler ve Müslümanlığımızın Kıvamı
İçinden geçmekte olduğumuz süreçte Müslümanlık anlayışımız, İslamî ilimlerle herhangi bir irtibat kurma ihtiyacı hissetmeden ortaya konulan teorik ve “kurgusal” bir retorik üzerine inşa ediliyor artık. Giderek yükselmekte olan “kaynaklara dönelim” söyleminin ya da “Kur’an Müslümanlığı” trendinin üzerindeki tülü araladığınız zaman ortaya iki korkunç gerçek çıkıyor: İslamî ilimler konusundaki seviye ve ilgi kaybı ve bu durumun vücut verdiği çarpık Din anlayışı… “Varlık” meselesiyle iştigal etmesi ve bütün dinî ilimlerin ilkelerini ortaya koymayı tekeffül eden ilim olması dolayısıyla Kelam … Devamını Oku
Namazda Ayakların Durumu
Soru Selamun aleykum, Namazda ayakların arasını 4 parmak aralıkta tutmanın sünnet olduğunu Nurul Izah, Merakıl Felah, Halebi Sağir kitabında okudum. Bu hüküm namazı yalnız başına kılan için mi geçerli? Çünkü Nebi (sas): “Vallahi ya saflarınızı düzeltirsiniz, yahutta Allah kalblerinizi başka başka taraflara çevirir.” dedi. Numan (ra) dedi ki: Ben sonra gördüm ki herkes omuzunu arkadaşının omuzuna, dizini arkadaşının dizine, topuğunu da arkadaşının topuğuna yapıştırıyordu.” (Ebu Davud, 662) Ayrıca Buhari’de şu rivayet var: Enes (r.a.)’in nakline göre Rasulullah … Devamını Oku
Muhtelif Meseleler-8
Bir önceki yazıda kısaca yer verdiğim görüşleri, Takiyüddîn en-Nebhânî’nin –sadece “zamansal” olarak değil, aynı zamanda fikir ve tarz olarak da– “Osmanlı alimi” olarak tavsif edilemeyeceğini göstermeye kâfidir. Elbette burada kişisel faziletleri söz konusu etmiyoruz. Zira bunun meselenin aslına taalluku yok… Burada okuyucu sorusunu vesile edinerek Hizbu’t-Tahrîri’l-İslâmî hakkında da birkaç şey söylemek istiyorum. İçinde bulunduğumuz zaman diliminde Müslümanlar, pek çok sahada ciddi problemler yaşıyor. Küreselleştiği söylenen dünyanın sistemini tesis ve idare eden güçler, İslam’ın bünyesinde barındırdığı potansiyelin çok … Devamını Oku
Okuyucu Soruları 21 Muhtelif Meseleler-7
Takiyüddîn en-Nebhânî, bir önceki yazıda da belirttiğim gibi 1909 yılında dünyaya gelmiştir. Meşhur alim Yusuf b. İsmail en-Nebhânî’nin vefat tarihi ise 1932. Dolayısıyla Takiyüddîn en-Nebhânî’nin, Yusuf b. İsmail en-Nebhânî’ye yetişmiş ve kendisinden ders almış olması tarihen mümkün. Aralarında akrabalık (dede-torun) ilişkisi var mıdır, yahut soruda sözü edildiği şekilde bir ders verme-alma hadisesi gerçekleşmiş midir, doğrusu bilmiyorum. Takiyüdîn en-Nebhânî’nin saygın bir Osmanlı alimi olup olmadığı meselesine gelince, herşeyren önce o, Yusuf b. İsmail en-Nebhânî’den farklı olarak Osmanlı ile … Devamını Oku
Muhtelif Meseleler-6
Okuyucu sorusunun 4. maddesi şöyleydi: “Hocam yeni okuduğum bir makaleye göre Takiyüddin en-Nebhani, Yusuf en-Nebhani’nin torunudur ve kendisinden eğitim almış birisidir. (http://www.hizb.org.uk/hizb/who-is-ht/prominent-members/sheikh-muhammad-taqiuddin-al-nabhani.html) Hocam siz Takiyuddin en-Nebhani’yi nasil değerlendiriyorsunuz? Kendisine saygın bir Osmanlı alimi olarak bakılmasını doğru bulur musunuz?” Muhammed Takiyyüddîn en-Nebhânî, 1909’da Hayfa’nın (Filistin) İczim kasabasında doğmuş, yüksek tahsilini Ezher’de yapmış bir alimdir. Filistin’in çeşitli yerlerinde öğretmenlik ve kadılık yapmış, İzzeddin el-Kassam’la birlikte İngilizlere ve Yahudilere karşı mücadele vermiştir. İhvan-ı Müslimin’in kurucusu Hasan el-Benna’ya yakınlık duyduğu, bir … Devamını Oku
Muhtelif Meseleler-5
Okuyucunun, “İslam-laiklik-demokrasi ilişkisi” temalı 3. sorusunun cevabına devam ediyoruz. Önemli olan, Müslümanların, ezelî ve ebedî hakikatleri mümkün olduğunca fazla sayıda insana ulaştırma, mümkün olduğunca fazla sayıda insanı, hayatı bir bütün olarak kucaklayan İslam’ın diriltici soluğuyla buluşturma azminde ve cehdinde olmasıdır. Din’in sabitelerinin, Allah ve Resulü’nin çizdiği sınırların herhangi bir biçimde zedelenmemesine, örselenmemesine azami dikkati göstererek, Din’in bütünlüğünün muhafazasını gözeterek bu temel görevi yerine getirmek, meselenin olmazsa olmazını oluşturuyor. Geri kalan kısım ise nihaî noktada şartlar ve imkânlar … Devamını Oku