Soru: “İmam Malik/Hanefî gibi mezhep önderleri Hz. Muhammed (sav)’den bir nesil sonradır. Yani bu insanlar ibadetleri ve diğer bilgileri Hz. Muhammed (sav)’in yakın arkadaşlarından öğrendiler ve tabi ki yani her şeyi Hz. Muhammed (sav)’in yaptığı gibi öğrendiler. Nasıl oldu da farklılık oldu? Yani neden bazıları Melikî (Mâlikî, E.S.) bazıları Hanefî oldu? Farklılık nedir? Eğer bu insanlar her şeyi Peygamberimiz’in yaptığı gibi öğrendi ise, neyi beğenmediler de değiştirdiler? Neyi fazla budular da çıkardılar? Neyi eksik buldular da eklediler? Yani biz neden Muhammedî (Hz. Muhammed) değil de Hanefî olduk? Neden hanımım Muhammedî değil de Malikî? Neden aslımızı unuttuk? Fark nedir? Hz. Muhammed neyi eksik yaptı, yanlış yaptı, fazla yaptı ki, bazıları değiştirdi, kendi isimlerini koydu? Kur’an-ı Kerim nerede eksik ki, insanlar anlayamıyor? Sizlere soruyorum, yani her şeyi mezhebe dayandıranlara soruyorum: Muhammedîliğin neyi eksik ki başka isimlere ihtiyaç duydunuz? Hz. Muhammed’in neyi eksik de sizler sonradan gelenleri anar oldunuz; kendinize lider seçtiniz? İşte bu yüzden soruyorum: İmam Melik/Hanefî vs. Hz. Muhammed’den çok mu üstündü de kendinize Melikî/Hanefî dediniz de, Muhammedî demediniz?”
Cevap: Sorusunu, en küçük bir müdahalede bulunmadan, olduğu gibi aktardığım bu okuyucum –darılmasın ama– belli ki önemsediği bu konu hakkında yeterli araştırmayı yapmadan kanaat sahibi olmuş.
Detaya girmeye gerek görmediğim için burada meseleyi özetlemeye çalışacağım (arzu edilirse detaya da girebiliriz). Mezheplerin varlık sebebi iki ana noktaya dayanır: 1) Nassların yapısı, 2) Nassların ne dediği konusundaki anlayış ve yorum farkı. Bu iki nokta, farklı anlaşılmaya müsait nassların mevcudiyeti ve beşer yapısından kaynaklanan anlayış ve yaklaşım farklılıkları sebebiyle asla ortadan kaldırılamayacağı için ihtilaflar sürekli var olacaktır. Ancak –el-Kevserî merhumun dediği gibi özellikle dört mezhep arasında– Fıkhî meselelerin 3’te 2’sinde ittifak edilmiş bulunması görmezden gelinemeyecek önemli bir vakıadır. Geriye kalan 3’te 1’lik kısım ise, az yukarıda değindiğim noktalardan kaynaklanmaktadır ki –bu köşede daha önce sözünü ettiğim gibi– birçok alim bu ihtilafları “azimet-ruhsat” veya “fetva-takva” temeline oturtarak açıklamıştır.
Şu halde söylemek zorundayız ki, hüküm çıkarmada aynı delillere istinat ettiği için bu mezheplerin hepsi “Muhammedî”dir ve Kur’an veya Efendimiz (s.a.v) herhangi bir şeyi eksik bıraktığı yahut yanlış yaptığı için değil, yukarıda belirttiğim sebepler dolayısıyla var olmuşlardır.
Yazıyı bitirirken bu kardeşime –ve kendisi gibi düşünenlere– ipucu kabilinden birkaç soru sorayım:
– Kur’an ve Sünnet nicelik olarak sınırlı sayıdaki nasslardan oluştuğuna göre, nassla hükme bağlanmamış (nevzuhur) meseleler hakkında nasıl hareket edilmelidir?
– Kur’an ve Sünnet‘in sınırlı sayıdaki nasslarının hepsinin sübut/delalet bakımından aynı kategoride olduğunu söyleyebilir miyiz?
– Aynı meseleye taalluk eden birden fazla nassla karşılaştığımızda nasıl hareket etmeliyiz?
– Sahabe ve Tabiun müçtehidlerinin ihtilafları hakkında ne düşünmeliyiz?
Milli Gazete – 25 Aralık 2003