Soru
- “İslam’da cariye sistemi nasıldır? Milli Gazete’de yayınlanan bir yazıda “Hürrem Sultan bir cariyedir, çocuk doğurunca hürriyete kavuştu, cariyelikten çıkıp zevce ünvanını aldı…” denmişti. Cariye köle midir? Köle ise konumu nasıl oluyor? Hürrem Sultan cariye iken doğan çocuğu Kanuni Sultan’dan oluyorsa Kanuni’nin eşi oluyordur o zaman. Öyleyse neden cariye diye anılıyor? Bir adamın cariyesi kendi eşinden farklı mıdır? Öyle ise İslam’a göre nasıl oluyor? 4 eş + cariye mi, yoksa cariye de İslam’ın ölçüsünde olan 4 kadının içinde midir?
- İsmailağa’da ikamet eden Mahmut Efendi hazretlerinin mürşidlik vasfını soracaktım? Geçen gün Süleymancı bir hocanın “Süleyman Efendi mürşiddi; ama Mahmut Efendi alimdir, mürşid değildir” dediğini duydum. Ben de Süleyman Efendi’nin kurslarında kaldım. Orada bazı hocalarımız “Cennete biz asansörle gideceğiz, diğerleri dolambaçlı yollardan gelecekler” gibi şeyler söylüyorlardı. Mahmut Efendi’ye rabıta ediyorlar. Alime rabıta edilir mi?
Şurayı çok iyi biliyorum ki, Süleyman efendi de ve Mahmut efendi de İslam’a çok hizmet edip binlerce samimi talebe yetiştirmişlerdir. Allah aşığı insanlar onlar.
- Süleymancılar “sakal bırakırsak insanları korkuturuz, Kur’an’a hizmet veremeyiz” diye sakal bırakmıyorlar. Bu konuda ne dersiniz?
Cevabınız için teşekkürler şimdiden.
Cevap
Halk arasında sıklıkla konuşulan bazı meseleler hakkındaki bu okuyucu sorusu vesilesiyle bu meselelere dokunma fırsatı bulmuş olacağız. Farklı İslamî kesimler/cemaatler hakkında kapalı devre sohbetlerde çok şey konuşulur; hatta hayli ileri şeyler söylenir, ama dışarıya çıkınca hiçbir şey yokmuş gibi davranılır. Durum ne yazık ki böyle. Bunlar bizim meselelerimiz, bizim gündemlerimiz. Dolayısıyla bu meseleleri bu köşeye taşımakta ve buradan düşüncelerimi net olarak söylemekte bir beis görmüyorum. Hatta bunların açıktan konuşulmasının zaruretine inanıyorum. Zira bunları biz açık yüreklilikle, cesaretle ve samimiyetle konuşmazsak, başkaları başka türlü gündem yapıp konuşuyor, istismar ediyor, birtakım yanlışlar üzerine kendi “doğru”larını bina ediyor!
Öte yandan günümüzde kölelik ve özellikle de cariyelik meselesi hayli konuşulur tartışılır durumda. Bazı kesimler “İslam’ın yumuşak karnı!” olduğu kanaatiyle bu meseleyi gündemde tutmaktan ayrı bir haz alıyor. Müslümanlar da ya özür dileyici tavırlarla İslam’da kölelik/cariyelik meselesinin var olduğunu, ama bunun geçmiş devirlere mahsus bir keyfiyet olarak kabul edilmesi gerektiğini veya İslam’ın kölelik/cariyelik uygulamasını ortadan kaldırmayı hedeflediğini, ama onu –her nasılsa!!– tamamen ortadan kaldır-a-madığını yahut da esasen köleliğin de, cariyeliğin de tarih boyunca yanlış anlaşılıp aktarıldığını, bunların statülerinin çok farklı olduğunu söylemeyi tercih ediyor. Bunun “bir ayıptan kurtulma” psikolojisiyle yapılması belki geçici bir “rahatlama” sağlıyor; ama Müslüman bilincinde daha büyük bir “yara” açıyor: “Demek ki geçmişte böylesine temelli arızalar yaşanmış ve bunlar “din” olarak yaşatılmış!” diye düşünmeye başlıyor insanımız. Dinî şuurdaki bu tarz bir erozyon, giderek din tasavvurunun dönüşmesine yol açıyor ve sonunda iş, kaçınılmaz olarak gelip “Din’in reformasyonu/modernizasyonu” meselesine dayanıyor. Burası artık “tuzun koktuğu” noktadır ve genellikle geri dönüşü de yoktur!
Dolayısıyla bu meseleleri önemsemek, üzerinde ciddiyetle durmak zorundayız. Ama bu gibi durumlarda sağlıklı sonuca ulaşmanın olmazsa olmaz bir şartı bulunduğunu hatırdan çıkarmamalı: İslam son dindir ve eğer tarihte Ümmet-i Muhammed bu dini –bilhassa “kitabî” planda– doğru anlayıp aktarmadıysa, bundan sonra kimsenin böyle bir şansı olamaz!
Devam edecek.
Milli Gazete – 9 Mayıs 2010