Okuyucu Soruları-21 Müteferrik-2

Ebubekir Sifil2003, 2003 Yılı, Gazete Yazıları, Kasım 2003, Kasım Ayı 2003 OS, Okuyucu Soruları

Vürûdu’l-imdâd bi hasebi’l-isti’dâd” (yardım almaya ne kadar hazır, layık ve ehil iseniz,. o kadar yardım görürsünüz) fehvasınca hakikatin kendisini bize açması, bizim ona istidadımız, liyakatimiz ve hazırlığımız ölçüsünde olacaktır, fazla değil. Evliyaullah‘ın, haramlar ve mekruhlar şöyle dursun, mübahlardan bile olabildiğince uzak durma ve farzların ötesinde müstehaplara bile alabildiğine hassasiyet gösterme tavrı, konumuz bağlamında hakikate ermenin ancak böyle bir titizlikle mümkün olduğunun ifadesi olarak okunmalıdır. Zira mezbelelikte nasıl gül bitmezse, vahyin bizde hasıl etmesi beklenen dönüşüm de ancak kalbimizin buna uygun, hazır ve elverişli bir zemin teşkil etmesi ölçüsünde olacaktır…

Bir önceki yazıda, İmam ed-Debûsî‘nin, bizim “anlama” deyip geçiverdiğimiz ameliye hakkındaki nefis tesbitini aktaracağımı söylemiştim: O, Takvîmu’l-Edille isimli Usul-i Fıkıh kitabının en sonunda açtığı bir “bab”da bizi şaşırtma tavrını sürdürür ve gerçekten de önümüze açtığı bu “kapı”da, kalbin ilme vasıl olmadan önceki ve vasıl olduktan sonraki ahvali hakkında son derece çarpıcı şeyler söyler. Tamamını burada aktaramayacağım –ama mutlaka okunması gereken– ifadelerinde özetle şöyle der:

İnsan doğduğu zaman akıldan mahrum deli mesabesindedir. Akledecek seviyeye geldiğinde akıl yürütmeye kadir olur ise de, bunu yapmadığı sürece “cahil“dir. Olay ve olgulara zayıf bir nazarla baktığı zaman elde edeceği şey, sadece “şüphe“dir. Biraz daha kuvvetli, ama tam olmayan bir nazarla baktığı zaman, nazar ettiği şey hakkında kendisinde “zan” hasıl olur. Kâfirlerin putları ilah edinirken bulundukları seviye budur. Bunlar kişide gerçek anlamda “ilim” bulunmadığı zamanki safha ve seviyelerdir.

Kişi delillere bakacak seviye ve kabiliyete eriştiğinde kalp ilme vasıl olmanın ilk adımını atar. Bu seviyede kişide hasıl olan şey, “re’y-i galib“dir. İçtihad ile verilen hükümlerin durumu böyledir. Buna “ilim” denmesi mecazi bir anlatımdır; zira burada hata ihtimali mevcuttur.

Bunun bir adım ötesi, delillerden hareketle varılan sonucun, şüpheden hali bir netlikle kesinlik kazanması seviyesidir. Bu noktada kalp için “hak” ortaya çıkmış demektir ki, “gerçek ilim” budur. Gözün, gördüğü şeyden şüphe etmemesi böyledir.

Bunun bir merhale sonrası ise, söz konusu ilmin “itikad“a dönüşmesi halidir.

Bilgi konusu olan şeye kalbin ünsiyet etmesi ve onu “benimsemesi”, bu bilgiyi “marifet“e dönüştürür. Marifet, “fikir“in zıddıdır ve “ilim“den üstündür. Çünkü marifette, bilgi konusu olan şeye karşı ünsiyet ve onu benimseme vardır.

Marifet aşamasında kişi, bilgi konusu olan şeyin sadece zahirî veçhesini yakinî olarak bilmekle kalmaz, aynı zamanda onun “iç/batınî” anlamına da nüfuz eder ki, “hikmet” dediğimiz şey budur.

Bu iç/batınî anlamın bilgisi kişide bir haz ve lezzet oluşturduğunda artık o bilgi “fıkıh” adını alır. Kur’an’ın gerçek manada anlaşılma seviyesi de işte budur. İbn Abbâs (r.a)’ın, Kur’an‘da geçen “hikmet” kavramını “fıkıh“la tefsir etmesinin esprisi budur..

(Devam edecek)

Milli Gazete – 18 Kasım 2003