Okuyucu Soruları-19 Nikâh-2

Ebubekir Sifil2003, 2003 Yılı, Gazete Yazıları, Kasım 2003, Kasım Ayı 2003 OS, Okuyucu Soruları

İslam‘ın bize yüklediği her mükellefiyet, bizler için ebedî mutluluğu yakalamanın biricik yolu olduğu kadar, –biz farkında olalım ya da olmayalım– aynı zamanda kimliğimizi de oluşturan değerler manzumesinin ayrılmaz bir parçası olarak temayüz eder.

Bizler o mükellefiyetleri yerine getirirken onları birer “kimlik” unsuru olarak üzerimizde taşır ve hayata yansıtırız. Zira İslamî değerlerle aramızdaki, sadece “bir emri yerine getirmek” ya da “bir yasaktan uzak durmak”tan ibaret mekanik ve “zoraki” bir ilişki değildir Biz onları benimser, içselleştirir ve onlarla adeta aynîleşiriz. Kur’an ve Sünnet‘le Müslüman arasındaki ilişkinin “varoluşsal” bir mahiyet arz etmesinin anlamı budur ve meseleye ancak böyle bakıldığında Din‘in hayatımızda “vazgeçilmez” bir yeri olduğunu “hissederek” söyleyebiliriz. Bu nokta hayatî bir öneme sahiptir. Zira aksi durumda kadının/müftünün kazasının/fetvasının “ilahî” bir hükmün yansıması tarzında telakki edilmesini “şirk” olarak vasıflandırmak kaçınılmaz olurdu.

Din ile aramızda behemehal bulunması gereken bu ilişkinin mahiyetindeki herhangi bir değişiklik, sonunda Din‘in ya “ideoloji” ya da “gelenek” olarak algılanması ile sonuçlanacaktır. Her iki durumda da artık o, gerekli gördüğümüz herhangi bir durumda yenisiyle değiştirebileceğimiz, hatta tek başımıza kaldığımızda üstümüzden tamamen çıkarıp atabileceğimiz bir “elbise”den çok farklı olmayacaktır.

Din‘in kendisinden beklenen “dönüştürme” ve “yüceltme” ameliyesini gerçekleştirebilmesi, olabildiğince bütün veçheleriyle ve canlı bir biçimde yaşanmasına bağlıdır. Bizi ona rapteden ve onu bizde ete kemiğe bürüyen bağlar, iki yakayı birleştirirken birbirlerini de tutan ve bir noktasındaki en küçük bir kopukluğun, bütün bir yapıyı etkileyeceği çelik konstrüksiyon unsurları gibidir…

Bir yandan İslam‘ın, bireysel olarak her birimizin ve giderek toplumun ve bütün dünyanın biricik şansı olduğuna inandığımızı söylerken, öte yandan onun herhangi bir temel öğretisinin/ilkesinin/hükmünün –değişen şartlar, toplumsal baskı ya da herhangi başka bir gerekçeyle– “feda edilebilir” olduğunu düşünme noktasına gelmişsek, dönüp kalbimizi ve samimiyetimizi yoklamalıyız. Zira bu durumda tehlikede olan sadece bu dünyada “kendimiz” olarak kalabilme şansımız değildir!

Müslüman bir genç kız, gayrimüslim bir erkekle nikâhlandığında, kendisini ve çocuklarını gelecekte nelerin beklediğini düşünüp bu noktada tasalanmadan önce, Yüce Yaratıcı‘nın açık ve kesin bir emrini ihlal etmekle kendisini nasıl bir azaba hazırladığının muhasebesini yapmalıdır.

Böyle bir genç kızın ailesi ve o ailenin bir parçası olduğu toplum da bu muhasebeden kaçamaz. Her gün çevremizdeki onlarca, yüzlerce insan, ateşin etrafından dönüp duran ve sonunda o ateşin yalımlarına kapılıveren pervaneler gibi ebedî hüsrana sürüklenip dururken hangimiz gönül rahatlığı içinde “yapabileceğim bir şey yok” diyebilir?..

Milli Gazete – 11 Kasım 2003