Nirvana-2

Ebubekir Sifil2006, 2006 Yılı, Gazete Yazıları, Ocak 2006, Ocak Ayı 2006 OS, Okuyucu Soruları

“Fena fillah”, Tasavvufî bir kavram olarak “Allah’ta fani olmak” demektir. Bunun anlamı, kulun süflî özelliklerden arınması, kötü sıfatlarının yerini iyi sıfatların aldığı bir seviyeye yükselmesi, Allah Teala’nın varlığı karşısında kendi varlığını görmemesidir.

Allah Teala’nın emir ve nehiylerine titizlikle riayet etmenin ötesinde, kul, “kul” olmanın şuuruyla benliğini kulluğa adar. Farz, vacip gibi temel görevleri yanında nafile ibadetlerle ve bunun getirdiği ruhî olgunlukla manevi basamakları birer birer tırmanır. Sonunda öyle bir seviyeye ulaşır ki, düşündüğü hak, baktığı hak, konuştuğu hak, yapması ve terk etmesi hak olur.

Efendimiz (s.a.v) şöyle buyurmuştur: “Allah şöyle buyurdu: “Kim bir veli kuluma düşmanlık ederse, ona harp ilan ederim. Kulum bana, kendisine farz kıldığım şeylerden benim için daha sevgili olan bir şeyle yaklaşamaz. Kulum bana nafile ibadetlerle yaklaşmaya devam eder. Ta ki ben kendisini sevene kadar. Ben kendisini sevdiğim zaman onun işittiği kulağı, gördüğü gözü, tutan eli ve yürüdüğü ayağı olurum. Benden (bir şey) isterse muhakkak (istediğini) kendisine verir; bana sığınmak isterse, muhakkak onu korurum…”[1]el-Buhârî, “Rikâk”, 38.

Burada geçen “onun işittiği kulağı, gördüğü gözü, tutan eli ve yürüdüğü ayağı olurum” ifadesi, kulun bu azalarıyla yaptığı amellerde kendisine muvaffakiyet ve hakka/doğruya isabet verilmesi ya da bu azalarıyla ma’siyete düşmekten korunması anlamındadır. Yahut anlamı bütün bu ihtimalleri kuşatacak şekilde geniş bir çerçevede takdir etmek de mümkündür ki, el-Münâvî’nin güzel ifadeleriyle, “Allah Teala, sevgisinin gücünü öyle bir hakim kılar ki, kul, Allah’ın razı olmadığı şeyleri işlemekten himaye buyurduğu azalarıyla sadece Allah Teala’nın sevdiği şeyleri görür, işitir, yapar…[2]el-Münâvî, Feydu’l-Kadîr, II, 240.

Bu durum, hadiste zikredilen azalara mahsus değildir. Zira cümlenin siyak ve sibakı, neticenin bu azalarla sınırlı olmamasını gerektirir…

Buradan hareketle “fena fillah” ile “nirvana” arasındaki farkları şöyle maddeleştirebiliriz:

  1. Bunlardan ilki dünya hayatında elde edilen bir makamdır; ikincisi ise öldükten sonra da söz konusudur.
  2. İlkinde beşeriyet ölçülerinin dışına çıkma yoktur. İkincisinde ise belli-belirsiz bir “geri dönüşsüzlük” söz konusudur.
  3. İlkinde kulluk ölçülerinden ve sorumluluklarından sıyrılma yok iken, ikincisinde tamamen farklı bir ontolojik konuma geçiş kabul edilmektedir ki, “tenasuh”un sona ermesi bunun ifadesidir.

“… nirvanadakiler adını koymadan, Allah’ın ismini ve zatını üst bilinç düzeyinde teşhis etmeden fena makamına ulaşmış olamazlar mı?” sorusu da, bu izahat ile cevabını bulmuş olmaktadır. Zira zikrettiğim hadis-i kudside kulun Allah Teala’ya yaklaşmasının nelere bağlı olduğu açıkça belirtilmiştir. Bunun dışında ne yoga yöntemi ne de başka bir deneyim kulu Rabbine yaklaştırmaz.

Uzak doğu öğretilerinde görülen “arınma”, “huzura kavuşma” vb. ritüellerinin insan belli bir disipline sokulmasında ve ruhsal eğitimde elbette fonksiyonu vardır. Ancak bunun sonucunda elde edilen şey “velayet” değil, “ruhbaniyet”tir!

Milli Gazete – 29 Ocak 2006

Kaynakça/Dipnot

Kaynakça/Dipnot
1 el-Buhârî, “Rikâk”, 38.
2 el-Münâvî, Feydu’l-Kadîr, II, 240.