- Recm hükmünün zikredildiği (eş-Şeyhu ve’ş-şeyhatu… şeklindeki) ifadenin hadis mi, yoksa metni mensuh bir ayet mi olduğu tartışmalıdır. Ancak bu tartışmanın, söz konusu hükmün sübutuna herhangi bir tesiri yoktur. Zira Hz. Peygamber (s.a.v) dönemi de dahil olmak üzere tarih boyunca uygulanmış bir hükmün Sünnet/hadisle mi, yoksa metni mensuh ayetle mi sabit olduğu önemli değildir.
Hz. Peygamber (s.a.v)’in bu hükmü Tevrat‘ı esas alarak uyguladığını söyleyenler ya ilgili rivayetlerden habersiz kimselerdir, ya da mugalata yapmaktadırlar. Modern İslam Düşüncesinin Tenkidi‘nin 1. cildinde (11 ve 12 numaralı yazılar) bu konuyla ilgili detaylı bilgi mevcuttur.
Öte yandan dinî herhangi bir hükmün –özellikle de muhkem nasslara ve sabit uygulamaya dayanaların– “vahşet” vs. tarzında nitelendirilmesi son derece tehlikelidir. Hangi hükmün hangi ölçüye göre değerlendirileceği iyi tesbit edilmezse, bizzat Kur’an nassıyla sabit olan pek çok hüküm de böyle keyfî nitelendirmelere konu yapılabilir! Bu da vahiyle –Sünnet‘in de vahiy kaynaklı olduğu malumdur– sabit ahkâmın tartışılması demektir ki, aklı başında olan bir mü’minden böyle bir şeyin sadır olması mümkün değildir…
- “Ashabım yıldızlar gibidir; hangisine uyarsanız hidayet bulursunuz” rivayetinin uydurma olduğu söylenmiş ise de, doğrusu onun zayıf olduğudur. Abdülfettâh Ebû Gudde merhum Fethu Bâbi’l-İnâye‘ye yazdığı ta’likler meyanında bu rivayet üzerinde durmuş (I, 13) ve uydurma olmadığı sonucuna varmıştır.
Bu hadis, –zaafından sarf-ı nazar ederek konuşacak olursak– Sahabe‘nin “hedy-i nebevî” üzere bulunduğunu ifade eder. Dolayısıyla bu hadisten Sahabe‘nin tamamının müçtehid olduğu sonucunu çıkarmak mümkün değildir. Vakıa da bunun böyle olduğunu göstermektedir. Ulema, Sahabe arasında içtihad seviyesine ulaşmış olanların sayısının 30’u bulmadığını söylemiştir. İbnu’l-Kayyım, İ’lâmu’l-Muvakkı’în‘de (I, 12 vd.), kendilerinden fetva nakledilen sahabîlerin sayısını 130 küsür olarak verir ve bunları 3 gruba ayırır. Fetvaları birer kitap tutacak kadar çok olanlar (6 kişi), fetvaları risale hacminde olanlar (20 kişi) ve kendilerinden ancak bir-iki fetva nakledilenler (ki bunların tümünün fetvaları toplansa küçük bir risaleyi ancak doldurur). Bu rakamlardan hareketle şunu söylemek mümkündür: Birçok meselede fetva vermiş sahabilerin sayısı 30’u bulmamaktadır. Hz. Peygamber (s.a.v) vefat ettiğinde 100 binden fazla sahabî bulunduğu göz önüne alınacak olursa, bu rakamların ne kadar cüz’î kaldığı daha iyi anlaşılır.
- İhyâ‘da mevzu hadis bulunduğu vakıasını daha önce birkaç kere yazmış ve gerekçesini açıklamıştım. Bazı çevreler itiraz etse de vakıa budur. İmam el-Gazzâlî sonrası dönemde –günümüze kadar– Hadis sahasında bezl-i cehd etmiş, eser vermiş olup da, İhyâ‘daki bütün hadislerin sahih olduğunu söyleyen herhangi bir alim bilmiyorum. Buna karşılık el-Irâkî, es-Sübkî, es-Sehâvî, es-Süyûtî, Ali el-Karî, el-Aclûnî, el-Leknevî, el-Ğumârî, Ebû Gudde… ve daha birçok alim İhyâ‘daki bazı hadislerin asılsız olduğunu söylemiştir.
Bütün bunlar İhyâ‘nın asılsız rivayetlerle dolu bir eser olduğu anlamına gelmediği gibi, okunmaması gereken bir kitap olduğunu da ima etmez. İhyâ bizim vaz geçilmezlerimizdendir; döne döne okunmalıdır. Ne yazık ki bu eser hemen hepimizin kütüphanesinde bulunduğu halde ondan istifade konusunda yeterince nasipli olduğumuz söylenemez. İhyâda asılsız rivayetler bulunması –ki bunlar nicelik olarak çok fazla değildir– onun kadrini asla tenkis etmez.
- Ben, güneşin batıdan doğacağını haber veren söz konusu hadisin, zahiri üzere anlaşılması gerektiğini söyleyen ulemanın görüşünü benimsiyorum. Bazı olağanüstü hadiselerin, kıyamet gibi son derece dehşetli, azim bir olaya tekaddüm etmesinde anlaşılmayacak bir nokta olmasa gerektir. Çoğu zaman sadece dünyanın yok olması gibi algılansa da, aslında kıyamet, bütün evrenin alt-üst olmasıdır. Aksi halde “güneşin ışıksız kalmasını, yıldızların dökülmesini, göğün yerinden oynamasını” nasıl açıklayabiliriz?
Bununla birlikte güneşin batıdan doğacağını bildiren rivayeti makul bir şekilde tevil edenlere de saygı duymak gerektiğini düşünüyorum.
Milli Gazete – 10 Temmuz 2004