Muhtelif Meseleler (12)

Ebubekir Sifil2004, 2004 Yılı, Gazete Yazıları, Okuyucu Soruları, Temmuz 2004, Temmuz Ayı 2004 OS

Soru: Hz. Ebü Hüreyre (radıyallâhu anh) anlatıyor: “Resülullah (aleyhissalâtu vesselâm) namazda ihtisârı (elleri böğre koymayı) yasakladı.” (Buhârî, Amel fı’s-Salât 17; Müslim, Mesâcid 46, (545); Ebû Dâvud, Salât 176, (947); Tirmizî, Salat 281, (383); Nesâî, İftitah 12, (2,127).

Buhâri‘de Hz. Âişe‘den yapılan bir diğer rivayette geldiğine göre: “Hz. Aişe (radıyallâhu anhâ), kişinin ellerini (ihtisâr yaparak) böğrüne koymasını mekruh addeder ve “Bunu yahudiler yapar” derdi.” (Buhâri, Enbiyâ 50.)

Yukarıda iki hadis vardır. Elleri böğre koymak namazda men edilmiştir diyor. Böğür neresidir? Eğer göbek altı ise Hanefi‘de elleri göbek altından bağlıyoruz. Hadis ise yasaktır diyor. Doğrusu nedir? Yoksa böğürden kasıt göğüs müdür?

Cevap: Zikredilen hadislerde (ve daha başka rivayetlerde) “elleri böğre koymak” olarak çevrilen ve Hz. Peygamber (s.a.v) tarafından sakındırılan, “hasr” veya “ihtisâr“dır. Ulema bu kelimenin ne anlattığı ve Efendimiz (s.a.v)’in sakındırdığı şeyin ne olduğu konusunda hayli farklı görüşler ileri sürmüştür ki, hepsi de kelimenin kök anlamının desteklediği açıklamalardır. Ezcümle “hasr” veya “ihtisâr“ın, namazda baston gibi bir şeye dayanmak, kıraatte bir surenin en sonundan bir veya iki ayet okumak, secde ayeti ihtiva eden bir sure okurken secde ayetini atlamak, ta’dil-i erkâna riayet etmemek ve nihayet elleri belli bir şekilde bel üzerinde bağlamak anlamlarına geldiği söylenmiştir.

Ulemanın genellikle tercihe meylettiği, bu son izah tarzıdır. Ancak birçok eserde “elleri böğre” koymak tarzında yapılan çevirinin, maksadı tam ifade etmediği için doğru olmadığını söyleyebiliriz. el-Aynî merhum “Umdetu’l-Karî“de (VII, 397) İbn Ömer (r.a)’den gelen bir rivayeti esas alarak buradaki “hasr/ihtisâr“ın, “elleri bel (göbek) üzerinde bağlarken pazuları/dirsekleri yanlara açmak” anlamına geldiğini söylemiştir ki, tatmin edici bir açıklamadır.

Şu halde hadisteki yasağın, kıyamda ellerin durumu hakkında olduğu kabul edildiğinde, ellerin “bağlandığı yer”den ziyade “bağlanış biçimi”yle ilgili olduğunu söylememiz gerekir.

Soru: Malumunuz son nefese kadar tevbe kapısı açıktır. Lakin İblis elan tevbe etse, daha kıyamet kopmazdan evvel istiğfar etse, tevbesi kabule karin olur mu? Yoksa bu tevbe mevzuu insanlar için mi caridir?

Cevap: İblisin kıyamete kadar lanetlendiği Kur’an‘ın açık nassıyla sabittir (15/el-Hicr, 35, 38/Sâd, 78). Yani onun için tevbe kapısı kapanmıştır. Dolayısıyla tevbe kapısının sadece insanlar ve cinler için açık olduğunu söylemek gerekir.

Soru: Küllü bidatin dalâletun, ve kullu dalâletin finnâr” hadisi şerifi itikadi bid’atları mı kastediyor, yoksa ameli bid’atları mı? Adette bid’atın zaten bu hadisin şumulü dışında olduğunu sormaya hacet yok.”

Cevap: Soruda yer alan –”Her bid’ad dalalettir ve her dalalet (sahibi) ateştedir” mealindeki– ifadeler, Ahmed b. Hanbel, Ebû Dâvûd, et-Tirmizî, İbn Mâce ve daha başkaları tarafından rivayet edilen uzun bir hadisten bir bölümdür. Bu cümlelerin öncesinde Efendimiz (s.a.v), kendisinden sonra ortaya çıkacak ihtilaflardan bahsederek, Sünnet-i Nebeviyye‘ye ve Hulefa-i Raşidun’un sünnetine sımsıkı sarılmamızı tavsiye buyurmaktadır.

Ancak cümlenin ikinci kısmı, zikrettiğim kaynaklarda mevcut değildir;: bildiğim kadarıyla sadece en-Nesâî tarafından rivayet edilmiştir.

Buradaki “Sünnet“ten kasıt, kelimenin en geniş anlamıyla “inanç, amel, söz ve davranış”tır. Nitekim Selef de “Sünnet” kelimesini bu anlamda kullanmıştır. Rivayetin siyakındaki bu vurgu, kastedilen bid’atlerin, ağırlıklı olarak itikadî bid’atler olduğunu düşündürmektedir. Bununla birlikte amelî sahadaki her bid’atin de bir sünnetin terkine müncer olduğu açıktır. Dolayısıyla ıstılahî anlamdaki her bid’atten kaçınmak gerekir.

Burada “ıstılahî” kaydını getirmemin sebebi, Hz. Ömer (r.a) ve diğer sahabîlerin, kimi uygulamaları hakkında kullandıkları “bid’at” tabirinin, kelimenin sözlük anlamını ifade ettiğini belirtmek içindir. Aksi halde hadiste geçen “Hulefa-i Raşidun’un sünneti” ifadesini açıklamak mümkün olmaz.

Bu konuda daha geniş izahat için İbn Receb‘in –gerçekten ismiyle müsemma olan– “Câmi’u’l-Ulûm ve’l-Hikem” adlı eserine (28. hadisin şerhi meyanında) başvurulmasını tavsiye ederim. Hadis, Fıkıh, Akaid/Kelam, Zühd… vd. konularda kendisinden müstağni kalınmaması gereken bu muhalled eserin ehil bir kalem tarafından dilimize çevrilmesiyle ortalama okuyucunun pek çok sahadaki ihtiyacı karşılanmış olacaktır…

Milli Gazete – 27 Temmuz 2004