Bir önceki yazıyı, “ez-Zehebî, el-Hâkim’in bu ta’liline itiraz etmiştir. Onun itirazını ve meselenin diğer boyutlarını bir sonraki yazıda görelim” diyerek bitirmiştik. Kaldığımız yerden devam edelim:
el-Müstedrek’i telhis eden (notlar ekleyerek özetleyen) ez-Zehebî, el-Hâkim’in bir önceki yazıda İbn Âbidîn’den naklen geçen ifadesi üzerine şöyle der: “Bu sözün bir faydası yoktur. Herhangi bir sahabînin böyle yaptığını bilmiyoruz. Bu ancak Tabiun’dan ve onlardan sonra gelenlerden bazısının ihdas ettiği bir uygulamadır. (Anlaşılan) bu konudaki nehiy onlara ulaşmamıştır.”[1]ez-Zehebî, Telhîsu’l-Müstedrek (el-Müstedrek ile birlikte), I, 370.
Yine bir önceki yazıda Efendimiz (s.a.v)’in, Sahabe’den Osman b. Maz’ûn’un kabrinin başına bir taş koyup, “Bununla kardeşimin kabrini tanıyacağım ve ailemden vefat edenleri onun yanına defnedeceğim” buyurduğu –İbn Âbidîn’den naklen– geçmişti. Bu rivayet açıkça gösteriyor ki, Efendimiz (s.a.v), Osman b. Maz’ûn (r.a)’ın kabri kaybolmasın, yeri belli olsun diye bunu yapmıştır. Nüfusun çoğaldığı, kabirlerin birbirine bitişik olarak kazılmaya başladığı, dolayısıyla hangi kabrin kime ait olduğunun karıştırılmasının neredeyse kaçınılmaz hale geldiği günümüzde, kabri tanımak için üzerine yazı yazılabilecek bir taş dikmenin ve mevtanın adını yazmanın bir sakıncası olmasa gerektir. Zira Efendimiz (s.a.v) kabri tanımak maksadıyla başına taş koyduğuna göre, maksat kabri tanımak, başkasının kabriyle karışmasını engellemektir. Bu maksat o zaman kabrin başına alelade bir taş dikmekle gerçekleşmiştir. Ancak aynı uygulamayı bugün devam ettirmek mümkün değildir. Zira on binlerce mezarın bulunduğu bir kabristanda kabirlerin başına alelade taş dikmenin maksadı hasıl etmek şöyle dursun, iyice güçleştireceği izahtan varestedir.
Kabirlerin üstüne bina yapma meselesine gelince, İmam en-Nevevî, bunun mekruh olduğunu, aralarında İmam Mâlik ve eş-Şâfi’î’nin de bulunduğu cumhur-u fukahaya (fakihlerin çoğunluğuna) nisbet etmektedir.[2]en-Nevevî, el-Mecmû’, V, 266. Buradaki “kerahet” ifadesine dikkat edilmelidir. Bir önceki yazıda İbn Âbidîn’den naklen İmam Ebû Hanîfe’den de aynı hüküm zikredilmişti. Bu hükümle, “kabirler üzerine bina yapmak haramdır” hükmü arasında elbette fark vardır!
Ali el-Karî şöyle der: “et-Tûrbeştî şöyle demiştir: “(Kabirler üzerine bina yapmaktan nehyedilmesi) iki noktaya ihtimallidir. Birincisi, kabrin kendisinin taş ve benzeri şeylerle bina edilmesi, ikincisi de, kabrin üstüne çadır gibi bir şey yapılması. Bir faydası olmadığı için bunların ikisi de nehyedilmiştir.”
“Ben (Ali el-Karî) derim ki: Bu ifadeden elde edilen netice şudur: Eğer (meyyit için) Kur’an okuyan kimselerin (güneş, yağmur vb. etkilerden korunmak maksadıyla) oturması için yapılırsa (çadır vb. bina) nehyedilmiş değildir. İbnu’l-Hümâm şöyle der: “Kur’an okuyucularının (“kari”lerin) Kur’an okusunlar diye kabrin yanına oturtulmalarının hükmü konusunda ihtilaf edilmiştir. Tercih edilen görüş bunun mekruh olmadığıdır.”
“Ulemamızdan bazı şarihler şöyle demiştir: “Selef, insanlar ziyaret ve içinde oturarak istirahat etsin diye meşhur ulema ve meşayıhın kabirlerinin üstüne bina yapılmasının mübah olduğunu söylemiştir…”[3]Ali el-Karî, Mirkatu’l-Mefâtîh, IV, 156.
Devam edecek..
Milli Gazete – 28 Nisan 2012