Soru:
Allah’ın adı anılmadan İslami usüllere göre olmadan kesilen hayvanın eti ve yağını yemenin hükmü nedir? Bu bağlamda piyasadaki et ürünlerini, restoranlarda ve davetlerde sunulan etli yemekleri yemenin hükmü nedir? Kimileri bu konuda çok rahat davranırken, kimileri çok hassas. Kimisiyse özellikle tavuk konusunda çok hassas. Bu konudaki hüküm nedir?
Cevap:
Yine sıkça sorulan bir soruyla karşı karşıyayız. 21. yüzyılda, AB yolundaki bir Türkiye için “hayvan kesimi” meselesinin büyütülecek/önemsenecek yanı olmadığını düşünenler olsa da, hayvan kesimi konusundaki hassasiyeti, önemli bir İslamî göstergeyi muhafaza hassasiyeti olarak algılamak gerekir.
Efendimiz (s.a.v), “İnsanlar “Allah’tan başka ilah yoktur” diyene kadar kendileriyle savaşmakla emrolundum. Bunu söyledikleri, bizim kıldığımız namazı kıldıkları, bizim kıblemize yöneldikleri ve hayvan kesiminde bizim gibi davrandıkları zaman (bir haksızlık yapıp mağdur duruma düşürdükleri kimselerin) kan ve mal hakkı müstesna olmak üzere kanları ve malları bize haram olur. Oların (bizce malum olmayan ahvallerinden dolayı) hesapları ise Allah’a aittir“[1]el-Buhârî, “Salât”, 28. buyurmuştur.
Dikkat edilirse burada hayvan kesimi namazla birlikte anılmış, kişinin Müslümanlığının göstergesi olarak değerlendirilmiştir. Şarihlerin de beyan ettiği veçhile burada insanların “Lâ ilâhe illallâh” demesinin yeterli görülmemesi, imanın icabının fiilen yerine getirilmesinin gerekliliğindendir.
Hatta burada günümüz aktüalitesine dokunan bir husus daha var ki değinmeden geçmek olmaz: “Kelime-i Tevhid“in söylenmesinin ardından “namaz”, “kıbleye yönelmek” ve “hayvan kesimi”nden ibaret üç hususun zikredilmesi, bir kısım ulema tarafından şöyle izah ediliyor: Bir kimse “Kelime-i Tevhid“i söylediği zaman Ehl-i Kitab‘ın muvahhidleri gibi olur. Yani nasıl ki İslam‘ın başlangıcında Ehl-i Kitab‘a mensup –Necaşi vd. gibi– muvahhid kitabîler vardı ve onlar da İslam‘ın çağrısını duyduklarında iman etmekle yükümlü idiler, işte İslam‘ın çağrısını işittiğinde “Lâ ilâhe illallâh” diyen sair herhangi bir kimse de hükmen onlar gibi olur. Ehl-i Kitab‘ın salatı (duası) gibi salat etmek, onlar gibi Kâbe dışında bir kıbleye yönelmek ve hayvan kesiminde onlar gibi davranmak yeterli olmaz. Bu amelleri de “Müslüman” gibi yapmak zorundadır. Salatı bizim gibi rükûlu ve secdeli kılmalı, bizim kıblemize yönelmeli ve hayvan kesiminde bizim riayet ettiğimiz kurallara riayet etmelidir.[2]Bkz. İbn Hacer, Fethu’l-Bârî, I, 497.
Hadiste “Muhammedun Resûlullâh” kısmının tasrihen zikredilmemiş olmasının izahı da burada yatmaktadır. Zira yukarıdaki fiillerin gerekli şekilde icra edilmesi, Hz. Peygamber (s.a.v)’in peygamberliğini, dolayısıyla Sünnet‘in bağlayıcılığını ikrar olmadan mümkün değildir. Bir diğer söyleyişle, mezkûr fiillerin layıkı veçhile yapılması, Hz. Peygamber (s.a.v)’e imanı da tazammun eder. Dolayısıyla bu suretle “Peygamber’e iman” şartı, fiilî olarak yerine getirilmiş olmaktadır.[3]el-Aynî, Umdetu’l-Karî, IV, 127.
Milli Gazete – 3 Aralık 2005