Hatemu’l-Evliya-2

Ebubekir Sifil2006, 2006 Yılı, Gazete Yazıları, Okuyucu Soruları, Temmuz 2006, Temmuz Ayı 2006 OS

(…)

Meselenin can alıcı noktasına geçmeden önce şunu belirteyim ki, ayetlerin sebeb-i nüzulüne ve hadislerin sebeb-i vüruduna bizzat şahitlik etmiş olan Sahabe halkası dışında birilerinin, “şu ayette/veya hadiste anlatılan kişi benim” demesi o kişinin mürüvvetinin azlığına ve nefsani davrandığına delalet eder. Üveys el-Karenî (Veysel Karanî)’yi hatırlayın. Efendimiz (s.a.v) tarafından ayan-beyan haber verildiği halde kendisini sürekli gizlemeye çalışmış, caka satarak ortalıkta dolaşmayı aklından bile geçirmemişti. Bazı hadislerde geçen “Farslılar’dan bir kişi” ibaresini İmam Ebû Hanîfe üstüne alınmamış, İmam eş-Şâfi’î de “Kureşy alimi” diye övülen kişinin kendisi olduğunu asla ileri sürmemişti. Örnekleri çoğaltmak mümkün…

Mailinizde verdiğiniz linki ziyaret ettim. Orada yer alan yazının her yerinden cehalet ve sefalet dökülüyor. Özetle:

  1. Anılan rivayet bir “hadis-i şerif” (Hz. Peygamber (s.a.v)’in mübarek sözü) olmadığı gibi, Sahabe’den birine ait de değildir. Yahudi iken Hz. Ebû Bekr veya Hz. Ömer (r.anhuma) döneminde müslüman olmuş Ka’b el-Ahbâr’ın sözüdür. Dolayısıyla verdiğiniz adreste geçen, “Naim bin Hammad’ın Ka’b -radiyallahu anh-den rivayet ettiği bir Hadis-i şerif’lerinde Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz şöyle buyurmuşlardır…” ifadesi Efendimiz (s.a.v)’e iftiradır!
  2. Ne bu rivayeti zikreden Nu’aym (Naim değil!) b. Hammâd (Kitâbu’l-Fiten, 205), ne de ondan naklen aktaran es-Süyûtî (el-Arfu’l-Verdî, (“el-Hâvî” içinde), II, 144) bu sözü Efendimiz (s.a.v)’e izafe etmiştir. Her iki eserde de açıkça sadece Ka’b el-Ahbâr’a izafe edilen bu sözü “hadis-i şerif” diye takdim etmek –kasıtlı bir hareket değilse– büyük bir cehalet ve cinayettir!
  3. Ka’b el-Ahbâr Tabiun’dan sayılır ve Ehl-i İslam’a ait rivayetler arasına girmiş birçok İsrailiyat onun eseridir. Her ne kadar şahsında güvenilir ise de, sonuçta böyle bir meselede Ka’b el-Ahbâr’ın sözünün herhangi bir kimsenin sözünden daha değerli olmasının hiçbir sebebi yoktur.
  4. Bu rivayeti nakleden Ebû Nu’aym hicri 229 yılında vefat etmiştir. Ka’b el-Ahbâr ise Hz. Osman (r.a)’ın hilafetinin sonlarına doğru (yani hicri 35 yılından önce) vefat etmiştir. Dolayısıyla Nu’aym b. Hammâd ile Ka’b el-Ahbâr arasında 194 yıl bulunmaktadır. Söz konusu rivayetin senedinde ise Nu’aym b. Hammâd ile Ka’b arasında sadece iki ravi yer alıyor. Adı geçen eserinde Nu’aym b. Hammâd’ın Ka’b’dan başka rivayetleri de vardır ve ikisi arasındaki ravi zinciri en az üç halkadan oluşmaktadır. Dolayısıyla burada Ka’b’a kadar olan senedin kesintisiz olması için arada en az 1 ravi daha bulunmalıdır. Yani senedde (teknik tabiriyle) “inkıta” vardır.

Toparlayacak olursak:

– Söz, Efendimiz (s.a.v)’e ait değildir.  Dolayısıyla bu söz ile hiçbir şey isbatlanamaz.

– Sözün sahibi Ka’b el-Ahbâr, rivayetleri temkinle karşılanması gereken birisidir.

– Ka’b’ın diye nakledilen söz, ona kadar kesintisiz bir rivayet zinciriyle ulaşmamaktadır.

Bütün bunları bir an için bir kenara bırakıp şu noktaya bakalım:

Rivayette Kinde’li bir adamın, bayrak taşıyan bir gruba liderlik edeceği ve bunun Mehdi (a.s)’nin zuhurunun alameti olacağı söyleniyor. Rivayetin önü de, sonu da bundan ibaret. Şimdi;

(…) zat-ı muhteremin dedesinin Kinde kabilesinden olduğunu nereden bileceğiz? Ortada sadece kendi beyanı var. Bu beyan da delile, hüccete, bürhana şiddetle muhtaç. Aksi halde ayağı topal olan ve bu işlere az-buçuk merakı bulunan herkesin, “Benim dedem Kinde kabilesindendir” diyerek ortaya atılmaması için bir sebep gösterilebilir mi?

Ve nihayet bu zatın “Hatemu’l-evliya” olacağına dair rivayette hiçbir kayıt yok. Esasen “velilik” mertebesinin/kurumunun herhangi bir zat ile son bulmasının –nass bulunması dışında– ne aklen, ne de naklen tatmin edici bir izahı olamaz. Bu din yaşanmaya devam ettikçe elbette veliler de mevcut olmaya devam edecektir…

Bir önceki yazıda yer alan meseleye verdiğim cevabın buraya almayı uygun gördüğüm kısmı bu kadar. Bir insanda mevcut bir arızadan ciddi ciddi toplumsal bir hareketin nasıl zuhur ettiğine tipik ve ibretamiz bir örnek…

Milli Gazete – 10 Temmuz 2006