- Usul-i Hadis ilmine göre Efendimiz (s.a.v)’in kavil ve fiilinin tearuzu halinde hangisinin tercih edileceği sorusunun cevabına gelince, bu da yanlış bir soru. Zira Kavlî Sünnet ile Fiilî Sünnet tearuz ettiğinde hangisinin tercih edileceği problemiyle Usul-i Hadis ilmi değil, Usul-i Fıkıh ilmi ilgilenir.
Bu soruyu doğru sorulmuş kabul ederek meselenin Usul-i Fıkıh merkezli cevabına gelecek olursak, öncelikle belirtmek gerekir ki, deliller arasındaki tearuz babında söz konusu edilen, sadece fiil ile kavlin tearuzu değildir. Emirle nehyin, isbatla nefyin, fiille fiilin, kaville kavlin… tearuzu gibi geniş bir sahanın sadece bir bölümüne taalluk eden bu sorunun bir tek cevabı yoktur.
Cevabı soruda zikredilen kısımla sınırlı tutarsak, başlangıç olarak şunu söylemeliyiz: Efendimiz (s.a.v)’den sadır olan ve birbiriyle tearuz halinde bulunan kavil ve fiilin durumu ve özellikleri burada çok önemlidir. Kavil ve fiilin hususi mi, umumi mi olduğu, “vücub” (bağlayıcılık) mu, “nedb” (teşvik) mi ifade ettiği, aralarında takdim-tehir (öncelik-sonralık, nesh ilişkisi) bulunup bulunmadığı… gibi hususlar behemehal bilinmelidir.
Mütearız kavil ve fiilin durumu şu dört halden birine girer:
- Fiil, mükerrer olarak işlendiğini veya Ümmet tarafından uyulması gerektiğini gösteren delil-ler-le birlikte rivayet edilmiştir.
- Bunu gösteren delil-ler- mevcut değildir.
- Fiilin Efendimiz (s.a.v) tarafından tekrar tekrar işlendiğine dair delil-ler- vardır; ancak Ümmet’in uyması gerektiğini gösteren delil-ler- yoktur.
- Fiilin uyulması gereken bir fiil olduğunu gösteren delil-ler- vardır; ancak Efendimiz (s.a.v) tarafından tekrar tekrar işlendiğine dair delil-ler- yoktur.
Birinci durumda eğer kavil Hz. Peygamber (s.a.v)’e has (O’na mahsus bir durumu ifade ediyor) ise, –hükmün bize yönelik olması bakımından– fiil ile aralarında tearuz yoktur; fiil tercih edilir. Eğer kavil de fiil de bize yönelik ise aralarında nesh ilişkisi cereyan etmiş demektir. Hangisi muahhar ise o tercih edilir. Eğer tarih bilinmezse, çoğunluğu teşkil eden ulemaya göre kaville amel edilir. Zira kavlin delaleti fiilin delaletinden daha açıktır. İbnu’l-Hümâm, bu durumda ihtiyata muvafık olanın tercih edileceğini söyler.
Kavil münhasıran Ümmet‘e yönelik ise veya hem Ümmet‘e, hem de Hz. Peygamber (s.a.v)’in bizzat kendisine yönelik ise, Hz. Peygamber (s.a.v)’e has fiillerde Ümmet‘in O’na ortaklığı olmadığı için bu durumda da tearuz yoktur; kavil fiile takdim edilir.
İkinci durumda söz de fiil de Hz. Peygamber (s.a.v)’e has olabilir. Bu durumda kavil daha sonra sadır olmuşsa tearuz yoktur; o tercih edilir. Kavil daha önce sadır olmuşsa fiil onu nesh etmiş sayılır. Tarih bilinmezse, Hz. Peygamber (s.a.v)’e hürmeten tevakkuf edilir.
Üçüncü durumda kavil bize yönelik olabileceği gibi, hem bize hem de Efendimiz (s.a.v)’in bizzat kendisine yönelik olabilir. Bu durumda fiile uymamız gerektiğini gösteren bir delil bulunmadığı için fiil Hz. Peygamber (s.a.v)’e has olarak kabul edilir. Dolayısıyla bu durumda da tearuzdan bahsedilmez; kavil tercih edilir.
Dördüncü durumda ise eğer kavil Hz. Peygamber (s.a.v)’e has ise tearuz yoktur; fiil tercih/takdim edilir. Ancak eğer hem fiil, hem de kavil bize yönelik ise, hangisi sonra sadır olmuşsa diğerini nesh etmiş demektir. Hangisinin sonra sadır olduğu bilinmezse, tercih edilen görüşe göre kaville amel edilir. Ancak bu durumda da İbnu’l-Hümâm‘ın tavrını tercih etmenin (yani ihtiyata uygun olanı tercih etmek) daha doğru olduğunu söylemekte bir beis olmasa gerektir.
“Fevâtihu’r-Rahamût“da (“el-Müstesfâ” ile birlikte, II, 202 vd.) bu mesele geniş olarak ele alınmıştır. Daha başka Usul kitaplarında da bu meseleyle ilgili mebhasler mevcuttur. Oralara bakılarak ayrıntılı bilgi edinilebilir. Ayrıca çağdaş araştırmacılardan Muhammed Süleyman el-Eşkar‘ın “Ef’âlu’r-Resûl” isimli iki ciltlik çalışmasında da bu mesele alabildiğine detaylı bir şekilde işlenmiştir. İstifadeye şayan bir çalışmadır.
Milli Gazete – 23 Eylül 2004