Erkeğe altın yüzük kullanmayı yasaklayan ve çeşitli bağlamlarda varit olan hadisler, daha önce isimlerini zikrettiğim 16 sahabî tarafından muhtelif lafızlarla nakledilmiştir. Bu sahabîlerden bazılarının, konuyla ilgili birden fazla rivayet naklettiğini de burada önemle belirtmemiz gerekiyor. (Yazıyı daha fazla uzatmış olmamak için bu rivayetleri tek tek zikretmeyeceğim.) Bu sayının, mütevatir hadisleri toplamak maksadıyla kaleme alınmış eserlerde tevatürüne hükmedilmiş birçok rivayetin sahabî ravilerinin adedinden daha fazla olduğu açıktır. Dolayısıyla bu konudaki rivayetlerin, Usulcülerle diğer ulemanın değişik itibarlarına göre “mütevatir” veya “meşhur” kategorisinde yer alacağı, –kimine göre “ızdırarî”, kimine göre “istidlâlî” de olsa– her hal-u kârda “ilim” ifade ettiği açıktır.
Son olarak konunun ikmali bakımında, soruda zikredilen ayet (7/el-A’râf, 32) hakkında söylenebileceklere kısaca değinelim: Ayette geçen “zînetullah” ifadesi bir “îzafet terkibi”dir ve bu haliyle “ma’rife” özelliği kazanmış olan “zînet” kelimesi umum ifade eder. Ayetin genel üslubundan da böyle bir umumîlik zaten rahatlıkla anlaşılmaktadır. Sünnet’in, “Kur’an’ı beyan” fonksiyonu çerçevesinde umumunu tahsis, mutlakını takyid edici özelliği dolayısıyla konumuzla ilgili rivayet ve uygulamaların, mezkûr ayet ve benzerlerinin getirdiği umumî ibahayı, altın zinet kullanımı bağlamında kadınlara tahsis ettiğini söylemek durumundayız.
İster mütevatir diyelim, ister meşhur olduğunu söyleyelim, erkeğe altın zinet kullanımını yasaklayan hadislerin ilgili Kur’an ayetleri karşısındaki konumu ile, kadını halası ve teyzesi üzerine nikâhlamayı yasaklayan, mestler üzerine mesh uygulamasını getiren, mirasçısını öldürmeyi ve din farkını mirasa engel kılan… sünnetlerin konumu arasında fark yoktur. Zira bütün bu sünnetler, ait oldukları konuda Kur’an’ın umum ifade eden ayetlerini tahsis etmede aynen bahsimizin konusu rivayetler gibidir.
Sonuç olarak erkeklere altın kullanımını yasaklayan rivayetler bir itibara göre “meşhur”, bir itibara göre “mütevatir”dir; özellikle Tabiun döneminin sonlarından itibaren bu konuda ulema arasında oluşan icma da hesaba katıldığında bu mesele üzerinde kalem oynatırken biraz daha dikkatli ve hassas olmak gerektiği açıkça ortaya çıkmaktadır.
Herhangi bir meseleyi “Usul” zemininde değerlendirmeden, “Kur’an’da yer almıyor; öyleyse at gitsin” mantığıyla hareket etmenin, Din’in ahkâmının çok büyük bir kısmını berhava etmek anlamına geldiği asla unutulmamalıdır. Bu mantıkla hareket edenlerin, Şer’î nasslar arasında “nesh” ilişkisi cereyan etmediğini söyledikleri hatırlanacak olursa, ulemanın bir delile dayanarak “mensuh” gördüğü hükümlerin kat kat fazlasını onların hiçbir delile dayanmadan nesh ettiğine (!) de dikkat etmek gerekir!!
Hızla “çağdaşlaştığımız” bu dönemde sık sık gündeme gelen “Kur’an-Sünnet ilişkisi” ve “ahkâmın değişmesi” meselesine tipik bir örnek teşkil ettiği ve çokça sorulduğu için bu konu üzerinde detaylıca durmayı uygun gördüm. Sünnet’e ittiba hassasiyetinin zayıfladığı günümüzde bir dinî hükmü ve dayanağı olan Sünnet’i ihya cümlesinden sayılması umuduyla…
Milli Gazete – 30 Temmuz 2006