3. Şu haliyle diyalog faaliyetlerini onaylamayan Müslümanlar‘ı –ister düşünce, ister tavır planında– Karmatî, Haricî veya anarşist olmakla suçlayan bir kimse hakkındaki davranışımızın nasıl olması gerektiği sorusu, aklıma İmam Ebû Hanîfe ile talebesi Ebû Mukâtil arasındaki bir diyalogu hatırlattı. el-Âlim ve’l-Müte’allim‘deki diyalogdan hareketle şunu söylememiz doğru olur:Bir kimsenin bizi, bizde olmayan kötü bir vasıfla tavsif etmesi sebebiyle onu tekfir etmez ve kendisine adaletli davranmaktan geri durmayız; onun bizi tavsif ettiği şeylerle veya benzerleriyle biz de onu tavsif etmeyiz. Yanlış yolda olduğunu hatırlatır ve gerçeği söyleriz. Ülkemizde ve İslam aleminde mevcut “cemaat” yapıları, ne yazık ki bireylerde ifrat bir mensubiyet duygusu köpürtmüştür.
Bir cemaate mensup olan bireyler, genellikle kendi cemaatlerinin şablonlarını, uygulamalarını, liderlerini ve tarz-ı hareketlerini adeta “vahiy” gibi “lâ yüs’el” telakki ediyor. Bu öyle çarpık bir anlayış ki, kişiyi, kendi cemaatinin en olmaz yanlışlarını bile bin dereden su getirerek tevil ederken, diğerlerinin en küçük hatalarını bile “ekber-i kebair” seviyesine yükseltme garabetine düşürüyor…
4. İşgal edilen ülkesini savunmak için kimilerinin “intihar eylemi“, kimilerinin de “şehadet eylemi” dediği eylem tarzından başka bir imkânı bulunmayanların bu hareketinin hükmü konusunda günümüz araştırmacıları farklı görüşler benimsemiş görünüyor.
Yıllar önce Konya‘ya geldiğinde merhum Abdülfettâh Ebû Gudde‘ye de bu soru sorulmuştu. Bu durumda eylemin adına “intihar eylemi” denmesinin yanlış olduğunu söylemiş ve bunun kesinlikle “şehadet eylemi” olduğunu, üzerine basarak vurgulamıştı.Çanakkale savaşında siperlerin birbirine çok yakın olması dolayısıyla siperden ilk çıkanların vurulacağı yüzdeyüz bilindiği halde Mehmetçik, hücum emriyle birlikte siperden fırlamakta tereddüt etmemiş, arkadan gelenlerin kendi cesetlerine basarak ilerlemesine zemin hazırlamak için ölüme koşmuştu…Günümüzde bir eyleme “şehadet eylemi” denebilmesi için aşağıdaki gibi şartların bulunması gerektiğini öne sürenler vardır:
- Fiilî bir savaş hali bulunmalı ve savaş iki ordu arasında geçmelidir.
- Saldırıyı düzenleyen kişi, mutlak anlamda ölüme gitmemeli, yani ölmek için gitmemelidir.
- Ölümü, düşman eliyle gerçekleşmelidir. (Prof. Dr. Hikmet Yüceoğlu, Yeni Ümit Dergisi, Ocak/Mart-2004, “Terör Kıskacında Şehitlik Arayışı” başlıklı makale.)
Bu makalede Fıkıh alimlerinin, “Bir kişinin, neticede kurtulacağı ümidini taşıması durumunda veya bu ümidi taşımasa bile düşmana zarar vermesi, morallerini bozması, arkadaşlarına cesaret aşılaması, kendinde bir güç hissetmesi, esir olup işkence altında bazı sırlar vermekten endişe duyması gibi durumlarda çok sayıda düşman kuvvetinin içine dalması ve onlara saldırması caizdir” dediği nakledildikten sonra yukarıdaki üç maddenin neye göre tesbit edildiği doğrusu anlaşılmıyor.
İmam Muhammed, es-Siyeru’l-Kebîr‘de (I, 1512) şöyle der: “Eğer bir Müslüman, kendilerini hezimete uğratma veya kılıçtan geçirme arzu ve düşüncesiyle bin kişiye saldırsa, bunda bir beis yoktur. Çünkü Sahabe’den birçok kimse Uhud günü Hz. Peygamber (s.a.v)’in huzurunda böyle yapmış; Hz. Peygamber (s.a.v) onlardan herhangi birinin bu davranışını kınamamış, onlardan bazısı böyle yapmak için kendisinden izin istediğinde de, onu şehitlikle müjdelemiştir.
Eğer o kişide düşmanı hezimete uğratma veya kılıçtan geçirme arzu ve düşüncesi yoksa bu durumda onların arasına dalması mekruh olur.”Yine şöyle der: “Eğer düşmanı kılıçtan geçirme arzu ve düşüncesi ile değil, arkadaşlarını düşman üzerine saldırmaya cesaretlendirmek maksadıyla onların arasına dalar ve bu davranışından düşmanın kılıçtan geçirilmesi durumu ortaya çıkarsa, inşaallah bunda bir beis yoktur.”İmam es-Serahsî bu ifadeleri şerh ederken şunları söyler: “…
Aynı şekilde onun bu fiili düşmanın gönlüne korku salar ve aralarına çözülme sokarsa bunda bir beis yoktur. Çünkü bu, düşmanı kılıçtan geçirmenin en üstün yoludur. Ayrıca onun bu davranışında müslümanlar için menfaat vardır. Bu çeşit bir menfaat hasıl etmek için herkes canını ortaya koyar.”Şehadet eylemleri için düzenli ordu ve karşılıklı savaşan iki devlet şartı koşmanın pratik bir anlamı bulunup bulunmadığı üzerinde düşünmek gerekir.
Zira mesela Irak örneğinde bu şartların hiçbir anlamı yoktur. Orada işgale direnmek için düzenli ordu teşkilini beklemek “kaytarmak”tan başka bir anlam ifade etmez. Kaldı ki düşman size derlenip toparlanma fırsatı tanımıyorsa elinizde başka hangi seçenek vardır?Şehadet eyleminden başka seçeneği bulunmayanların, mukateleye fiilen katılmayan sivillerin, çocuk, kadın ve yaşlıların zarar görmemesine dikkat etmesinin de bir zorunluluk olduğunu belirtmek gerekir.
Milli Gazete – 16 Aralık 2004