Milat’tan önceki son ve sonraki ilk yüzyılın net bir fotoğrafının çıkartılmasının, en az İslam Tarihi yazmak kadar önemli olduğunu söylemek abartı sayılır mı? Günümüze kadar Yahudiliğin ve Hristiyanlığın resmî/kurumsal tarih yazıcıları tarafından intikal ettirilmiş bulunan tarihin, büyük bir kurgunun ve manipülasyonun neticesi olmadığını kim garanti edebilir?
Her şeyden önce şunu belirtelim ki, resmî Hristiyanlığın iddia ettiği –ve maalesef kabul ettirdiği– gibi, Havariler de dahil olmak üzere İlk İsevîler ile “Yahudi” olarak anılan kitlenin tamamı arasında bir kopma, ayrışma ve kamplaşma bulunduğu tezine ihtiyatla yaklaşmak için elimizde yeterince sebep var. (Muhammed Ataurrahim, Havariler‘den en az yarısının Zealotla‘rdan olduğunu söyler.)
Kumran yazmaları, –tamamen Yahudilik içi bir ayrışmanın ifadesi olarak takdim edilmek istenen– Essenîler ve Zealotlar ile Havariler‘in reisi Sadık Yakub arasında kopmaz bir ilişki bulunduğunu açık bir şekilde ortaya koyuyor. Bunun bizi götüreceği en açık gerçek şudur: Pavlusçu Hristiyanlığın iddia ettiği gibi Hz. İsa (a.s)’ın gelişi Hz. Musa (a.s)’ın döneminin kapanması anlamına hiçbir zaman gelmemiştir. Aksine Hz. İsa (a.s), kendisinden önceki İsrailoğulları peygamberlerinin yapageldiğini yapmış, Hz. Zekeriyya‘nın ve oğlu Hz. Yahya‘nın (ikisine de selam olsun) çizgisini devam ettirmiştir. Elbette bu iki peygamberin davetine icabet eden insan toplulukları vardı ve onlar, dönemin hakim Yahudi unsurları olan Sadukiler‘den de Ferisiler‘den de ayrılıyorlardı.
Peki kimdi bunlar ve Hz. İsa (a.s) geldiğinde ne yaptılar?
Bunların bugün Esseniler ve Zealotlar olarak isimlendirilen –hatta Zadokitler, Nasıralılar, Ebionitler, Hassidiler gibi isimlerle anılan grupların aslında birbirinden farklı olmadığı, bütün bu isimlerin aynı kitleyi ifade ettiği de ileri sürülmektedir– gruplar olduğunda şüphe yok. Hz. Zekeriya ve Hz. Yahya‘ya (ikisine de selam olsun) inanan bu topluluk, Hz. İsa (a.s) tebliğe başladığında ona da iman etti ve bu çizgi varlığını kesintisiz biçimde sürdürdü.
Havariler ve liderleri Sadık Yakub gibi Kumran‘da yaşayanların da gerek Herodyan/işbirlikçi Yahudiliğe, gerekse Roma‘ya karşı tavırlı olması aralarındaki tek ortak nokta değil. Kumran yazmalarında geçen “Doğruluk Öğretmeni” ile Yakub arasında olağanüstü benzerlikler, hatta aynılıklar var. Yazmalardaki “Doğruluk Öğretmeni–Yalancı–Günahkâr Kâhin” üçlüsü “Sadık Yakub–Pavlus–Başkâhin Ananas” üçlüsü üzerine konduğunda şablon tam olarak yerine oturuyor.
Elbette yazının başında çerçevelediğim tarihin bütün parçaları bir araya getirilebilmiş değil. Zira ağırlıklı olarak ya Hristiyan veya Roma kaynaklarının anlatımıyla aktarılan tarih birçok gerçeği ya çarpıtmış, ya da üstünü tamamen çizerek görmezlikten gelmiş, gözlerden saklamıştır. Bu haliyle dönemin tarihi, tekraren söyleyelim, Müslümanlar tarafından yazılmadıkça hiçbir zaman bütünlük arz etmeyecektir. Eisenman gibi Kilise karşısında tarafsızlığını mümkün olduğunca korumuş bilim adamlarının gayretleri bize bu konuda ufuk açıcı ve yol gösterici olacaktır. Onların dolduramadığı boşlukları sadece Müslüman araştırmacıların doldurabileceğini söylemek bile zaittir…
Milli Gazete – 24 Nisan 2006