Bediüzzaman ve Risale-i Nur-20

Ebubekir Sifil[dosya], 2011, 2011 Yılı, Bediüzzaman ve Risale-i Nur, Gazete Yazıları, Ocak 2011, Ocak Ayı 2011 OS, Okuyucu Soruları, Şahıslar, Said Nursi

S–22) Abdülhamit ve Sait Nursi, yaşantıları göz önünde bulundurulup kıyaslandığında üstünlük bakımından hangisi daha üstün olabilir? Neden?

Bunun yanlış sorulmuş bir soru olduğunu düşünüyorum. Bizler o insanların hangisinin Allah indinde daha üstün olduğunu tayin ve tesbit mevkiinde değiliz. Herhangi bir hadisede birinin haklı, diğerinin haksız olduğunu –zahir-i hale bakarak– söyleyebiliriz. Ama birinin diğerinden üstün olduğunu söylemek bize düşmez.

S–23) Sait Nursinin siyaset konusundaki açıklaması doğru bir açıklama mıdır? Kastedilen nedir? Günümüzdeki siyasetten uzak durma manasında anlaşılıp uğraşılmaması ne kadar doğru bir davranıştır? Yanlış ise neden yanlış bir uygulamadır?

Bediüzzaman’ın “siyaset”e bakışını doğru tesbit etmek için onun bu kelimeye nasıl bir anlam yüklediğine ve kelimenin geçtiği bağlamlara dikkatlice bakmak gerekir.

Benim tesbit edebildiğim kadarıyla o, “siyaset” kelimesini birkaç farklı anlam ve bağlamda kullanmaktadır:

  1. Sırf dünyevî maksatlarla, doğru-yanlış, haklı-haksız demeden, kişisel menfaat ekseninde hareket etmek ve bu çerçevede halkın yönetimine talip olmak.
  2. Bir ucu dünyanın egemen güçlerine dayanan kirli ilişkiler üzerine kurulu, gizli, hileli, desiseli ve İslam’a ve Müslüman millete karşı art niyetli kesimlerin izlediği şeytanca tarz-ı hareket.

Ona göre siyasetin kendisi muhataralı/riskli bir alandır. Siyasetle iştigal eden kişinin niyeti halis olsa bile, bu alana hakim olan ilişkiler, dengeler, hatta alanın öz yapısı adalete, hakkaniyete ve İslamî ölçülere tam anlamıyla riayete imkân vermemektedir.

Bediüzzaman merhumun “siyasetten uzak durmak”tan kastının, siyasete taalluk eden her ne varsa ondan kaçınmak şeklinde değil, siyasetle bilfiil iştigali tercih etmemek olarak anlaşılmasının daha doğru olacağını düşünüyorum.

Risale-i Nur’un muhtelif yerlerinde konuyla ilgili olarak söyledikleri bir araya getirildiğinde yukarıda çizmeye çalıştığım çerçeveye oturan bir çizginin ortaya çıktığı görülecektir.

Onun, konuyla ilgili olarak söylediklerinden bir kısmını aşağıya alıyorum:

“Hayat-ı beşeriye bir yolculuktur. Şu zamanda, Kur’anın nuruyla gördüm ki, o yol bir bataklığa girdi. Mülevves ve ufûnetli bir çamur içinde kafile-i beşer düşe kalka gidiyor. Bir kısmı, selâmetli bir yolda gider. Bir kısmı, mümkün olduğu kadar çamurdan, bataklıktan kurtulmak için bazı vasıtaları bulmuş. Bir kısm-ı ekseri o ufûnetli, pis, çamurlu bataklık içinde karanlıkta gidiyor. Yüzde yirmisi sarhoşluk sebebiyle, o pis çamuru misk ü anber zannederek yüzüne gözüne bulaştırıyor.. düşerek kalkarak gider, tâ boğulur. Yüzde sekseni ise, bataklığı anlar, ufûnetli, pis olduğunu hisseder.. fakat mütehayyirdirler, selâmetli yolu göremiyorlar. İşte bunlara karşı iki çare var:

“Birisi: Topuz ile o sarhoş yirmisini ayıltmaktır. İkincisi: Bir nur göstermekle mütehayyirlere selâmet yolunu irae etmektir.

“Ben bakıyorum ki; yirmiye karşı seksen adam, elinde topuz tutuyor. Halbuki o bîçare ve mütehayyir olan seksene karşı hakkıyla nur gösterilmiyor. Gösterilse de; bir elinde hem sopa, hem nur olduğu için emniyetsiz oluyor. Mütehayyir adam “Acaba nurla beni celbedip, topuzla dövmek mi istiyor?” diye telaş eder. Hem de bazan ârızalarla topuz kırıldığı vakit, nur dahi uçar veya söner.

“İşte o bataklık ise, gafletkârane ve dalalet-pîşe olan sefihane hayat-ı içtimaiye-i beşeriyedir. O sarhoşlar, dalaletle telezzüz eden mütemerridlerdir. O mütehayyir olanlar, dalaletten nefret edenlerdir, fakat çıkamıyorlar; kurtulmak istiyorlar, yol bulamıyorlar.. mütehayyir insanlardır. O topuzlar ise, siyaset cereyanlarıdır. O nurlar ise, hakaik-i Kur’aniyedir. Nura karşı kavga edilmez, ona karşı adavet edilmez. Sırf şeytan-ı racîmden başka ondan nefret eden olmaz. İşte ben de nur-u Kur’anı elde tutmak için “Eûzü billahi mineşşeytani vessiyase” deyip, siyaset topuzunu atarak, iki elim ile nura sarıldım. Gördüm ki: Siyaset cereyanlarında hem muvafıkta, hem muhalifte o nurların âşıkları var. Bütün siyaset cereyanlarının ve tarafgirliklerin çok fevkinde ve onların garazkârane telakkiyatlarından müberra ve safi olan bir makamda verilen ders-i Kur’an ve gösterilen envâr-ı Kur’aniyeden hiçbir taraf ve hiçbir kısım çekinmemek ve ittiham etmemek gerektir. Meğer dinsizliği ve zındıkayı siyaset zannedip ona tarafgirlik eden insan suretinde şeytanlar ola veya beşer kıyafetinde hayvanlar ola…”[1]Mektubat, 48-9.

Devam edecek.

Milli Gazete – 9 Ocak 2011

Kaynakça/Dipnot

Kaynakça/Dipnot
1 Mektubat, 48-9.