Bediüzzaman ve Risale-i Nur-14

Ebubekir Sifil[dosya], 2010, Bediüzzaman ve Risale-i Nur, Gazete Yazıları, Kasım 2010, Kasım Ayı 2010, Okuyucu Soruları, Şahıslar, Said Nursi

Bediüzzaman merhumun, Hz. İsa (a.s)’ın nüzulüyle birlikte Hristiyanlığın “hakiki İsevîliğe” dönüşeceğini anlatan ifadelerinin, Hristiyanların Müslüman olacağı ve yeryüzünde sadece “Müslümanlar ve diğerleri” şeklinde ikili bir yapının mevcut bulunacağı anlamına geldiğini söylememizi mümkün kılan ifadelerine de bir-iki örnek zikredelim:

“Âhirzamanda Hazret-i İsa Aleyhisselâm gelecek, Şeriat-ı Muhammediye (A.S.M.) ile amel edecek mealindeki hadîsin sırrı şudur ki: Âhirzamanda felsefe-i tabiiyenin verdiği cereyan-ı küfrîye ve inkâr-ı uluhiyete karşı İsevîlik dini tasaffi ederek ve hurafattan tecerrüd edip İslâmiyete inkılab edeceği bir sırada…”[1]Mektubat, 6.

“Dinsizlik cereyanına karşı ayrı ayrı iken mağlub olan İsevîlik ve İslâmiyet ittihad neticesinde, dinsizlik cereyanına galebe edip dağıtacak istidadında iken; âlem-i semavatta cism-i beşerîsiyle bulunan şahs-ı İsa Aleyhisselâm, o din-i hak cereyanının başına geçeceğini, bir Muhbir-i Sadık, bir Kadir-i Külli Şey’in va’dine istinad ederek haber vermiştir…”[2]Mektubat, 57. “Nüzul-i İsa (a.s)” hadisesinin mecaza hamledilerek “şahs-ı manevi” söylemine indirgenemeyeceğini gösteren bu ifadeler –ki Risale-i Nur’da bu … Continue reading

Bunlarla daha önce naklettiğim ifadelerin birbiriyle çelişmediğini, durumu, aynı olayın/mananın farklı biçimlerde dile getirilişi olarak anlamanın daha doğru olacağını düşünüyorum. Şu halde Bediüzzaman merhumun, kıyamet öncesinde “Hristiyanlık” diye bir din ve “Hristiyanlar” diye bir kitle kalmayacağını, Hristiyanlığın hakiki İsevîliğe –hak dinler esasta aynı olduklarından, dolayısıyla İslam’a– inkılap edeceği inancında olduğunu söylemek yanlış olmayacaktır.

Sorunun ikinci kısmına, yani “… şimdi, fetret gibi karanlıkta kalan ve hazreti İsa’ya mensup mazlumların çektikleri felaketler, onlar hakkında bir nevi şahadet denilebilir…” tarzındaki ifadelere gelince; Risale-i Nur’un birkaç yerinde mesele farklı bağlamlarda geçmektedir. İlgili pasajlardan biri şöyledir:

“… zaman-ı fetrette “vemâ kunnâ mu’azzibîne hattâ neb’ase resûlen”[3]17/el-İsrâ, 15. sırrıyla; ehl-i fetret, ehl-i necattırlar. Bil’ittifak, teferruattaki hatiatlarından muahazeleri yoktur. İmam-ı Şafiî ve İmam-ı Eş’arîce; küfre de girse, usûl-i imanîde bulunmazsa, yine ehl-i necattır. Çünki teklif-i İlahî irsal ile olur ve irsal dahi, ıttıla’ ile teklif takarrur eder. Madem gaflet ve mürur-u zaman, enbiya-i salifenin dinlerini setretmiş; o ehl-i fetret zamanına hüccet olamaz. İtaat etse sevab görür, etmezse azab görmez. Çünki mahfî kaldığı için hüccet olamaz…”[4]Mektubat, 385.

Soruda kısmen zikredilen pasajın tamamı da şöyledir:

“Şiddet-i şefkat ve rikkatten, bu kışın şiddetli soğuğuyla beraber manevî ve şiddetli bir soğuk ve musibet-i beşeriyeden bîçarelere gelen felâketler, helâketler, sefaletler, açlıklar şiddetle rikkatime dokundu. Birden ihtar edildi ki: Böyle musibetlerde kâfir de olsa hakkında bir nevi merhamet ve mükâfat vardır ki, o musibet ona nisbeten çok ucuz düşer. Böyle musibet-i semaviye, masumlar hakkında bir nevi şehadet hükmüne geçiyor. (…) O musibet-i semaviyeden ve beşerin zalim kısmının cinayetinin neticesi olarak gelen felâketten vefat eden ve perişan olanlar eğer onbeş yaşına kadar olanlar ise, ne dinde olursa olsun şehid hükmündedir. Müslümanlar gibi büyük mükâfat-ı maneviyeleri, o musibeti hiçe indirir. Onbeşinden yukarı olanlar, eğer masum ve mazlum ise, mükâfatı büyüktür; belki onu Cehennem’den kurtarır. Çünki âhirzamanda madem fetret derecesinde din ve din-i Muhammedî’ye (A.S.M.) bir lâkaydlık perdesi gelmiş ve madem âhirzamanda Hazret-i İsa’nın (A.S.) din-i hakikîsi hükmedecek, İslâmiyetle omuz omuza gelecek. Elbette şimdi, fetret gibi karanlıkta kalan ve Hazret-i İsa’ya (A.S.) mensub Hristiyanların mazlumları çektikleri felâketler, onlar hakkında bir nevi şehadet denilebilir…”[5]Kastamonu Lahikası, 111-2.

Bu iki pasajdan ilki, ikincisini açıklar mahiyettedir. Şöyle ki, Eş’arîler, bir kimsenin ahirette sorumlu olabilmesi için kendisine hak davetin ulaşmış olması gerektiğini söylerler. Bu hususta Mâturîdîler daha farklı düşünür ve bu husus iki itikadî mezhebin ayrıldığı noktalardan birini oluşturur. Eş’arîlerin bu konudaki bakış açılarını daha önce detaylı biçimde nakletmiştim.[6]Bkz. http://ebubekirsifil.com/index.php?sayfa=detay&tur=gazete&no=407,  http://ebubekirsifil.com/index.php?sayfa=detay&tur=gazete&no=408. Ayrıca bkz. … Continue reading

Devam edecek.

Milli Gazete – 21 Kasım 2010

Kaynakça/Dipnot

Kaynakça/Dipnot
1 Mektubat, 6.
2 Mektubat, 57.

“Nüzul-i İsa (a.s)” hadisesinin mecaza hamledilerek “şahs-ı manevi” söylemine indirgenemeyeceğini gösteren bu ifadeler –ki Risale-i Nur’da bu kabil birçok ifade mevcuttur– ayrıca üzerinde düşünülmelidir.

3 17/el-İsrâ, 15.
4 Mektubat, 385.
5 Kastamonu Lahikası, 111-2.
6 Bkz. http://ebubekirsifil.com/index.php?sayfa=detay&tur=gazete&no=407http://ebubekirsifil.com/index.php?sayfa=detay&tur=gazete&no=408. Ayrıca bkz. http://ebubekirsifil.com/index.php?sayfa=detay&tur=gazete&no=824