- Şeyh Abdullah el-Hererî el-Habeşî hakkında Daru’l-Hikme olarak talebelerine ifade ettiğimiz son madde ile bu okuyucu sorusunun cevabı da tamamlanmış olacak.
el-Hererî’nin red ve cerh karakterli çalışmalarının hemen tamamının Müslüman alimlere, fikir ve hareket adamlarına yönelik olduğu dikkat çekmektedir. Öyle ki, eserlerini okuyan kimsede, şeyhin gündeminde bunlardan başka bir mesele mevcut değilmiş gibi bir intiba uyanmaktadır.
Oysa kendisi Lübnan’da ikamet etmektedir ve ikamet ettiği yer de dahil olmak üzere İslam coğrafyasının önemli bir bölümünde ırkçı/küresel emperyalizmin şu ya da bu biçimde yürüttüğü işgal, tasallut ve tecavüzler hüküm sürmektedir. Bu yüzden İslam coğrafyasında Müslüman kanının akmadığı gün yoktur.
Bununla birlikte şeyhin, genelde İslam coğrafyasına, özelde de Lübnan’a yönelik bu tasallut ve tecavüz konusunda ilgi çekici bir sessizlik içinde olduğu görülüyor. Hatta İslam aleminde bu duruma isyan eden, başkaldırıp mücadele veren, hatta bu uğurda canını feda etmekten çekinmeyen isimlere eleştiri oklarını yöneltmesi hayli manidar görünmektedir. Evet, bu isimler arasında itikaden ve fikren doğru olmayan kabul ve kanaatlere sahip olanlar bulunduğu bir vakıadır. Ancak onların bu yönü ön plana çıkartılırken, ırkçı/küresel emperyalizmin politika ve uygulamalarına direnme bilinç ve tecrübesini zedelememeye, o yanlışlar üzerinden bu hayatî doğrunun yara almamasına da dikkat etmek gerekir. Söylenen şeyin doğru olması yetmez, onu doğru biçimde söylemek de bir mükellefiyettir.
En az bunun kadar önemli bir başka nokta da şudur: Ehl-i Sünnet akidesini ve Müslüman kimliğini zedeleyen tek unsur, dahilde yaşanan arıza ve sapmalar değildir. Başta “Ilımlı İslam” belası olmak üzere Batı kaynaklı bütün modernist projeler, İslam inancını ve Müslüman kimliğini çözmeye, tahrip etmeye yönelik unsurlar olarak devrededir. Sömürü ve köleleştirme metotlarının modernize edilmiş versiyonlarıyla İslam coğrafyasının yer altı ve yer üstü kaynaklarını, kas ve beyin gücünü emen ırkçı/küresel emperyalizm, son aşamada İslam’ı bizzat Müslümanlar eliyle dönüştürme hedefini adım adım gerçekleştirmektedir. Kur’an üzerinde, Sünnet üzerinde, itikad ve fıkıh üzerinde gerçekleştirilen “ilmî” etiketli ideolojik operasyonlar bu Ümmet’in sadece ilmî mirasını değil, “kimliğini” ve “varlığını” hedeflemektedir.
Böyle bir süreçte Şeyh el-Hererî’nin eleştiri oklarını münhasıran Seyyid Kutub’dan Fethi Yeken’e, Faysal Mevlevî’den Kubeysiyat’a… Müslüman kişi ve cemaatlere yöneltmesi, belki küçük kareler ölçeğinde isabetlidir; ama resmin tamamına bakıldığında bu tavrın çok farklı etkiler yapacağı da bir gerçek…
İslam dünyasının ve Ümmet-i Muhammed’in birlik-bütünlüğü, dirlik-düzeni, fikrî, itikadî ve fiilî işgal ve istilalar karşısında yapılması gerekenler… gibi hayatî soruların cevabı şeyh el-Hererî’nin çalışmalarında cevapsızdır. Dolayısıyla bu durumun, Şeyh el-Hererî hakkında soru işareti oluşturmasına şaşmamak gerekir.
Şeyh Abdullah el-Hererî el-Habeşî hakkındaki oturumda talebelerine Daru’l-Hikme olarak dile getirdiğimiz hususlar kısaca bunlar oldu. İrtibatımızı devamı ettirme konusunda karşılıklı sözleştikten sonra kendilerini yolcu ettik.
Kardeşane bir hava içinde geçen bu görüşmenin, Müslüman grup ve cemaatlerin birbiriyle irtibatı, birbirine davranış tarzı konusunda güzel bir örnek oluşturduğunu rahatlıkla söyleyebilirim.
Milli Gazete – 7 Eylül 2008